Bir insanın gelecegini elinde tumak nasıl bir histir bilmek isderim. Özellikle bir çocuğun. Kendi geleceğimizin gelceğini, gideceği yönü aydınlatan lambayı tutmak nasıl bir his?
Bu sözlerim eğitimin başında duran kişilere denilebilir. Zaten yapboza dönmüş bir sistemde, canı her sıkılınca değişmesine izin verenlere yani.
Bir insanın hayatının ne kadarını iş yerinde geçirdiğini bilemem daha oralara gelmedim. Fakat şunu bilirim ki bazı insanlar yanlış bir mesşlek seçimi yaptıklarında ” Gençliğim gitti. ” , ” Hayatımı sömürdüler ” gibi sözler söyleyecek kadar canından bezebiliyor. Peki neden bir insanın mutlu yaşamını sınavların ve uzun senelerin arkasına saklıyoruz. Bir çocuğun hangi işi sevip sevmediğini bir bakışda anlayabilirken neden seneler boyu kafa karıştırıcı matemetik işlemlerini pastacı olmak isteyen birinin kafasına zorla sokuyoruz. ” Bir yumurta kıramıyorum ama farklı hızlarda giden iki trenin ne zaman buluşacağını soruya bak tığım an buluyorum ” demeleri için mi? Yoksa herkesin mühandis ve doktor olmasını gerektiren yazılmamış kanunlar olduğu için mi?
Bakın etrafınıza ve siz söyleyin. Sizce bir matematik öğretmeninin bir şiirin hangi nazım ölçüsü ile yazıldığını bilmesi gerekir mi? Bu nedenle eğitimin lise sonda tm mf olarak ayrılması yerine orta okul hatta ilk okul zamanlarında dallara ayrılması lazım. Çünkü insanın zamanı ve yataneği kısıtlıdır. Bir insan yapamadığı konulara marus kaldıkcada üzülür kendi içine kapanır.
” Bir balığı onun ağaca tımanma yeteneğine göre sınıflandırırsanız o balık kendini kep aptal sanarak yaşar. ” – Albert EİNSTEİN
Hayatının geniş zamanını sevmediği işlerde çlışmak gibi sevmediği konulrı görmek insanın canını sıkar. Sııkıntı kafa karıştırır bu insan yanlış kararlar verir hayatını kendi başına yıkar. Bunun tek nedeni ise sevdiğini değil sevileni yapmaya zorlanmasıdır.