Sabah çok yorgun şekilde uyandım. Antrenmanlar beni çok yormuştu. Mareşal olmak o kadar kolay değildi. Her yeni savaş, hepsi birbirinden kötü. Herkes birbirine zarar veriyordu. Böyle savaşları hiç sevmem. Ama ülkemizi korumamız lazım. Dört ülke birden Türkiye’ye saldırıyordu. Türklerin işi o kadar kolay değildi. Çok fazla asker kaybı vardı. Artık hiçbir asker savaşmak istemiyordu. İnsanlar sürekli yakınlarını kaybediyor, ölüm korkusu yaşıyorlardı. Eğittiğim bir sürü asker vardı. Fakat her geçen gün asker sayısı azalıyordu, Türkiye’miz elden gidiyordu.
Bir gün 10 askere yakın düşman bize doğru geliyorlardı. Onları durduracak asker yoktu. Sadece ben ve iki asker vardı. Hazırlıksız yakalanmıştık. Biz bebeklikten beri en yakın arkadaşlardık. Bu kısa savaş her şeyi bitirebilirdi. İlk 5 askeri vurduk. Sonra bizden Mehmet vuruldu. Yardım etmek isterken Ahmet de vuruldu. Ben o sinir, o duygu ile hepsini vurdum. Fakat arkadaşlarım kurtulamadı.
Annem orduya destekte bulunup su veriyordu. Askerlerin her birine teker teker savaştayken su dağıtıyordu. Ama annem savaşın tehlikesinin farkında değildi. Bir gün bana ve askerlere su verirken tam kalbinden vuruldu. Oradaki tüm askerler kalkan koydu ve annemin yanına gitti. Annemin kurtulma imkanı yoktu. Ben kardeşlerim diye gördüğüm arkadaşlarımı ve annemi kaybetmiştim. Hayatta olmamın bir anlamı yoktu. Alabildiğim en büyük silahı aldım ve 30 kişiye saldırdım. Onların hepsi hazırlıksızdı. Yarısı öldü ama bir kısmı bana ateş açtı. Ben iki yelek giydiğimden dolayı vurulmadım ve hepsini öldürdüm.
İşte bu yüzden savaş iki tarafın da istemediği şeyler yaratabilir.