Gazeteci olmanın en sevdiğim kısmı bazen yaşadığım yerin güzelliklerini anlatmamdır. Fakat bu sefer, kral ve kraliçe ile röportaj yapmak için şatoya çağrıldım. Her sabah olduğu gibi hazırlandım, tabi bu sefer daha da özendim. Kahvaltımı yaptım ve sonunda evden çıkmaya hazırdım. Aşağı indim ve arabayı bekledim. Kameramanım başka arabayla gelecekti bu yüzden tek başıma bekledim. Sonunda geldiğinde bindim ve gitmeye başladık.
Mavi tonlarından oluşan geniş kraliyet aracından indiğimde beni yemyeşil bir ortam karşıladı. Ağaçlar ve çimlerin güzel bir uyumunun ardından bir yol gördüm. Yemyeşil ağaçların ve rengarenk çiçeklerin olduğu bu yoldan yürüdükten sonra karşıma mavi ve pembe tonlarında melek heykelli bir çeşme çıktı.
Bu melek ellerini dua edermiş gibi açmış, meleğin ellerinden de su geliyordu. Güneşin kırılan ışıklarıysa meleğin üzerine gökkuşağı renklerini veriyordu. Çiçekli tokası saçını sarmaşıkmış gibi gösteriyordu. Ayrıca, bu çeşme yolu dörde ayırıyordu. Birinin kenarında güller, birinin kenarında papatyalar, diğerinde küçük fidanlar vardı, biri de benim geldiğim yoldu.
Benim arkamdan gelen demir kıyafetli korumalar fidanlı yoldan gitmemi söyledi. Bu yolda ilerledikçe fidanlar büyüyordu. Sanki bir bitkinin büyüme evresini gösteriyordu. Yolun sonundaki uzun ağaçların arasında ise demir siyah kapı vardı. Bu kapı ortama göre daha koyu renkli kalıyordu. Demir kapı açıldıktan sonra tekrar bir yol çıktı. Bu sefer daha kısaydı. Yolun iki yanından su akıyordu. Korkulukları ise sarmaşıklar kaplamıştı. Fakat eski gibiden ziyade daha hoş duruyordu.
Bu kısa yolun sonunda ise kocaman, yine pembe ve mavi tonlarında süslü duvarları olan, içinde kraliyet ailesinin yaşadığını belli eden şato vardı. Kapısı şeker evinden çıkmış gibi açık tonlardaydı. İçeride beni dış duvarlara zıt olarak daha koyu olan duvarlar karşıladı. Duvarlarda ise büyük çerçevelerde aile fotoğrafları vardı. Bazıları arama motorlarında olan fotoğraflar kadar ciddiyken bazıları ise asla bulamayacağınız samimi fotoğraflardı.
Katın tam ortasında geniş koltuklar duruyordu. Koltukların ortasında olan cam sehpanın üstündeyse vazoda sahte çiçekler duruyordu. Röportajı burada yapacağımızı düşünüyorum çünkü korumalar katın kenarındaki merdivenlerden çıkmamı söylememişti. Biraz sonra kral ve kraliçe geldi.
Kral, koyu mavi ve altın düğmeli takımı ve kıyafetine uyan bir ayakkabıyla, kraliçe ise koyu pembe ve altın düğmeli etekli takımı ve pembe topuklularıyla görünmüştü. Selamlaşırken kraliçenin elinde zarif bir yüzük olduğunu gördüm. Daha sonra gösterişli koltuklara geçtik ve konuşmaya başladık. Röportajda nelerden bahsedeceğimi, ne zaman yayınlanacağını falan anlattım. Bir yandan da gösterişli fincan takımıyla kahve içip bir şeyler atıştırdık. Ne zaman geldiğini bilmediğim kameramanım da hazır olunca başladık.
Röportaj boyunca sorularıma ikisi de cevap vermeye çalıştı. Bazen sadece kral, bazen sadece kraliçe, bazen de ikisi de cevap veriyordu. Sorularımı beğenmiş olacaklar ki ilgiyle cevap veriyorlardı. Doğrusu ben de onların cevaplarını beğendim. Röportaj bitince de artık gitmemiz gerektiğini söyledim.
Biz uğurlanırken günbatımın ne kadar güzel olduğunu fark ettim. Ağaçların arasından güneş ışıkları tam ulaşmıyordu buraya. Fakat yukarı bakınca havanın turuncu olduğunu, güneşin bulutların arkasına saklandığını görebiliyorduk.
Geldiğimiz yoldan geri döndük. Tek değişiklik yolun kenarlarındaki küçük ışıklar yanmaya başlamıştı. Bitkileri ve önünüzü o minik ışıklar görmenize yardım ediyordu. Arabaya gidene kadar da o minik ışıklar devam etti.
Eve dönerken benim evimin de doğanın içinde, insanlardan uzak, bana yetebilecek kadar büyük olduğunu hayal ettim. Keşke şato gibi bir evim olsa.