Yüzü soğuktan bembeyaz, dudakları ise mor olmuştu. Saçlarının sarısından gözünüzü alamıyordunuz, ayakkabısının boyası çıkmıştı ve üzerindeki paltoya bakılınca en az 3 beden büyük olduğunu anlayabiliyordunuz belli ki birinin eski kıyafetini giyiyordu. Sokağın ortasında geçen insanlara ayakkabısını cilalatmak isteyip istemediklerini soruyordu nazikçe. Hayır cevabını aldığında yere bakarak geri dönüyordu. Evet cevabını aldığında ise ışık saçan gözlerine bakınca anlıyordunuz hala umudunu kesmediğini.
O 8 yaşında babasını kaybetmiş annesi ve küçük kardeşi ile yaşayan hayalleri olan bir çocuktu. Kardeşinin adı Wanda kendisinin adı da Cosmo’ydu. Cosmo’nun babası bir kaptandı. Sürekli ülkelere yük taşırdı. Cosmo ve Wanda’ya her gittiği yerden bir hediye getirirdi. En son İtalya’dan getirdiği cam bir şişenin içinde duran korsan gemisi hediye etmişti Cosmo’ya. Tıpkı kendisi gibi bir gemi kaptanı olmasını istiyordu oğlunun. Bu hediyenin babasından gelen son hediye olduğunu bilmiyordu. Ondan Yunanistan’dan getirmesi için bir kar küre istemişti, fakat babasının yolculuğu sırasında dalgalar yerinde durmuyordu bu da kontrolü kaybetmesine neden olmuştu ve gemi yavaşça kızgın dalgalar arasında kaybolup gitmişti. Bu haber ailesine gidince herkes yasa boğulmuştu.
Aradan 2 yıl geçmişti. Artık maddi durumu iyi olmayan bir aile olmuşlardı. Cosmo her sabah ayakkabı cilalamaya çıkıyordu. Sabah çok zor geçse de akşam yemeğinden sonra sanki her şey eskisi gibi oluyordu. Anneleri onlara yataklarında uyumaya hazırlanırken babalalarının yolculukta başına gelen olayları bir hikayeymiş gibi anlatıyordu. Hikayelerden biri Cosmo’nun aklına takılmıştı. Bu babasının annesine anlattığı bir hikayeydi adı ise; Kristof Kolomb’un keşfiydi. O gece annesinden tekrar dinlemek istediğini söyledi. Annesi detayları atlayarak anlatmaya başladı:
– Kristof’un cebinde hiç para yoktu ülkelere gidip para isterdi, gemi isterdi, tayfa isterdi. Eğer istedikleri şeyleri ona verirlerse yeni sömürgeler vaadetmişti onlara. Fakat herkes onun bir hayalperest olduğunu söylerdi. Kristof’un çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanmasına ragmen asla pes etmedi. Sonunda ispanyollar 4 yıl bunun üzerine düşündükten sonra teklifi kabul etmişlerdi ve gerçektende şimdiki küba yı bulmuştu. Artık herkes cristophun peşindeydi…
Cosmo o gece baş ucunda duran babasının İtalya’dan getirdiği hediyeyi izleyerek uyudu. Sabah uyandığında bir parça ekmek alıp evden ayakkabı cilalamak için çıktı. Adamın biri geldi ve ona ayakkabısını temizletmek istediğini söyledi. Cosmo hemen eşyalarını çıkarıp özenle temizlemeye başladı. Ayakkabısını temizleten adam Cosmo’ya döndü ve ‘ Söyle bakalım ufaklık büyüdüğünde de ayakkabı mı sileceksin yoksa başka bir şey mi yapacaksın?’ dedi. Cosmo şaşırmıştı. Okula gitmediğinden öyle doktor, mühendis olamazdı. Bunu düşünmemişti fakat içinden bir ses ona bir kaşif olmak istediğini söylüyordu. O da emin bir ses tonu ile ‘ Ben aynı Kristof Kolomb gibi bir kaşif olacağım’ dedi. Adam’ Çok yakın kaptan bir arkadaşımda aynı senin gibiydi. O da Kristof Kolomb gibi uzak diyarlara açılmak ve yeni yerler keşfetmek istiyordu. Ne yazıkki onu 2 yıl önce Yunanistan’a giderken kaybettik doğrusunu söylemeliyim ki sana baktığımda onu gördüm.’dedi. Cosmo göz yaşlarını tutmak için kendini zorladı. Anlamıştı. Ama sadece adama dönüp borcunun 2 frank olduğunu söyleyebildi. Adam ise başını okşayıp yoluna devam etti.