Bir gün dışarıdan gelen,kulaklarımı tırmalayan bir çığlıkla uyandım.Hemen yüzümü yıkayıp üstümü giyindim ve can havliyle kendimi dışarı attım.Bir de ne göreyim!Üstünde bir patates çuvalını andıran,gri,kapüşonlu pelerine sahip bir kadın,olağanca gücüyle:”Yardım edin!Hırsız var!” diye bağırıyordu.Hemen bu gizemli kadının yanına gidip neler olduğunu sordum.Bana bakıp atının çalındığını, hırsızın ormanın derinliklerine doğru gittiğini söyledi.Hiç tereddüt etmeden yüzünü bile göremediğim bu kadına yardım etmek vasiyetiyle karanlık ve ürkütücü ormanın içine daldım.Ormanın yosun tutmuş ağaçlarının kokusu yosunlarla kirlenmiş bir göleti andırıyordu.Atın seslerine kulak vermeye çalışırken aklımdaki düşünceleri dizginlnleyerek odaklanmak oldukça zordu.Neyseki birkaç uzun dakikanın sonunda bir ağaca bağlanmış olan atı farkettim.Ata atlayıp ormandan ayrılmadan önce hırsızın hala burada olup olmadığını görmek için son birkez ağaçlara göz gezdirdim.Evimin önüne vardığımda bir sandalyede oturmuş,halinden oldukça memnun görünen kadın pelerinini çıkardı ve benimle dalga geçermişçesine güldü.Onu takip etmemi ve atın benim olabileceğini söyledi.duyduklarıma inanamasamda onu takip ettim.
Beraber uzun bir yolculuğun ardından Galatasaray’ın kapılarının önüne varmıştık.Kapılar birdenbire yeni yağlanmış bir kapı gibi açılıverdi.kapının ardında bizi kral ve kraliçe karşladı ve bana atın bir test olduğunu,orada birsürü insan olmasına rağmen yardım edenin ben olduğumu söyledi.Bu yüzden saryda bir akşam yemeğine ve 1 dilek hakkına sahip olduğum söylendi.Akşam saat 7’nin uygun olacağı kanaatine vardık.Sarayın iç mimarisini gözlemlememiş olmama rağmen bahçe ve kapılardan adeta büylenmiştim.Saatler saatleri,dakikalar dakikaları kovaladı ve sonunda saat 6:30 oldu.Bugün edindiğim ata binip sarayın yolunu tuttuktan sonra yine o görkemli altın renkli kapılarla karşılaştım.Yine aynı şık ve görkemli yapısıyla kendiliğinden açılan kapılardan geçerek kendimden emin adımlarla muhafızlara adımı ve bu gece davetli olduğumu belirttim.Beni saraya buyurarak sarayın holüne eşlik ettikten sonra beni bu görkemli sarıya çalan krem rengi,mermerden yapılma duvarlara sahip kırmızı ve altın rengi mobilya ve halılarla döşenmiş,bir tür parfüm kokusuyla donanmış uzun koridorda yanlız bıraktılar.Şaşkınlıkla hayranlık karışımı bir şekilde etrafıma bakarken kral ve eşi beni karşıladı.Onların önünde saygıyla eğildikten sonra onları takip ettim.Beni ana yemek salonuna götürdüler.Yaklaşık bu 30 kişilik büyük,sedir ağacından yapılmış masanın 1 ucunda ben diyer ucunda kral ile kraliçe duruyorudu.girdiğim ve geçtiğim parlak ve çok açıdan zengin oldalardan sonra burası biraz daha sade görünüyordu.5 tane uşak yemek servisine vaşladıktan sonra harika kokan hindi etinden tabağıma biraz aldım.Adını bile duymadığım mezeler ve çeşitli meyvelerle donatılan masaya bir göz gezdirdikten sonra hindimi yemeğe başladım.Benim bu aceleci tavrımı gören soylular hafifçe sırıttıktan sonra onlar da yemeğe başladı.Yemeğin ardından kralın odasına geçeceğimizi ögrendim.Yavaş adımlarla etrafımı gözlemlerken kral ve kıraliçenin ayak sesleri sanki karanlığı delen bir mermi gibiydi.
Kralın odasına vardığımızda kralın oturduğu görkemli bir altın taht bizi karşılıyordu.Kral,beni yanına çağırdı ve oturmamı söyledi bana ne istersem dileyebileceğimi,ancak dikkatli seçmemi çünkü bunun ilk ve son kez gerçekleşeceğini söyledi.Bir ila iki dakika boyunca kafamdan ne düşünceler geçti,kaç fikir geldi aklıma…En sonunda 1 milyon altına karar kıldım.Kral hafifçe başını onaylarcasına salladı ve “Şimdi evine gidebilirsin.Yarın altınlar kapında olacak.”dedi.Heyecanla eve gittim.Sabah olduğunda 46 silahlı askerin beni öldürmek için kapımda beklediğinden habersizdim.Kapıyı açtığımda art arda tüfek sesleri duydum ve kafam adeta bir şarapnel bomasını andıran bir şekilde parçalara ayrıldı ve açılar içinde yere çöktüm.Meğersem,kral benim bu dileğimi kaldıramamış ve adıma ölüm emri vermiş.Ihanetin ulu hançerinin önünde diz çöktüm ve hayata gözlerimi yumdum