Saraydan bir ay önce bir mektup gelmişti, halktan seçilen şanslı bir kişinin sarayı gezip kral ve kraliçeyle tanışma fırsatına sahip olacağı yazıyordu. Bu kişinin ben olması beni şaşırtmıştı.
Sabah saatlerinde bir atlı araba beni evimin önünden aldı. Beyaz güçlü atların çektiği aracın önünde iki sürücü vardı, aracın içi ise şık deri koltuklar ve cilalı ahşap bir tavanla kaplıydı. Saraya yolculuk uzun sürmedi.
Yolculuk sona erdiğinde sarayın giriş kapısındaydım. Uzun, ihtişamlı demir korkuluklarla çevriliydi sarayın dört bir yanı. Kırmızı, beyaz ve altın renkleri işlemeli kumaş bir giysinin altında beline bir anahtar çantası bağlamış kapıcı kapıyı açtığında hala üzerimdeki şaşkınlığı atamamıştım.
Kralın hizmetkarları bana eşlik edip sarayı gezdirecekti. Sade ama şık kıyafetler içinde, hızlı ve sessizce geldiler. İçeri girdiğimizde gözlerimi alan altın işlemeli ve bulut detayları olan tavan gözlerimi kamaştırıyordu. Uzun bir girişti burası, mutfağa, zindanlara, tuvaletlere burdan ulaşılıyordu. Üst kattaki yatak odalarına ve taht odasına giden merdivenler de yolun sonundaydı. Yürümeye başladık.
Altın işlemeli ve bulut desenleriyle çizilmiş yüksek tavan gözlerimi alıyordu. Sağ tarafımdaki geniş ve boydan boya pencereler içeriyi oldukça aydınlatmıştı, pencelerin yanındaki kırmızı ihtişamlı perdeler belli ki süs olarak kullanılıyordu.
Sol tarafımda ise kraliyet ailesinin portreleri, kralların at üstünde fotoğrafları asılıydı. Mutfağın önünden geçtik. İçeride en az on aşçı günün yemeğini çıkarıp krala sunmak için harıl harıl çalışıyordu, enfes bir et kokusu geliyordu fırından.
Merdivenlere yöneldik, her bir basamağı, beyaz bir mermerden yapılmış ve parıl parıl parlayan yüzeyiyle göz alıyordu. Yanlarda, ayrıntılı altın işleme motiflerle süslenmiş korkuluklar yer alıyordu. Taht odasına varmak için iki kat yukarı çıktık.
Merdivenler geniş bir salona açılıyordu. Belli ki baloların düzenlendiği odaydı burası. Uzun kokteyl masaları, içeceklerin hazırlandığı standlar, büyük bir açık mutfak ve dans alanı vardı. Salonu geçtik ve bir koridora daha çıktık. Koridorun sonunda kocaman, ahşap, cilalı tavana kadar uzanan bir kapı vardı. Taht odası burası olmalıydı, orata doğru yürüdük.
Hizmetçiler kapıyı tıklattığında içeriden iki hizmetçi kapıyı açtı. İki yanımızda kralın hizmetçileri yemekler taşıyor, kraliçeye kıyafetler gösteriyor, getir götürlerini yapıyorlardı. Kırmızı uzun halının otuz metre kadar ötesinde oturuyorlardı. Kralın ortadaki ihtişamlı altın işlemeli tahtı, gözü rahatsız etmiyor aksine baktıkça bakasınız geliyordu. Bir yanında kraliçenin aynı altından ama biraz daha küçük tahtı, diğer yanında oğullarının tahtları vardı. Oğulları seferdeydi.
Krala doğru yaklaşırken saygımdan başımı eğmem gerektiğini hissettim. Kral ayağa kalktı ve beni karşıladı. Yaşlı bir adam değildi, henüz kırklarının başındaydı. Siyah saçları kısa kesilmişti ve ela gözleri üzerindeki kürkle uyuyordu. Şık bir adamdı ve bunu sadece yüzüne bakınca bile anlayabiliyordunuz. Kraliçe ise kumraldı, çok güzel bir kadındı. Örgülü saçları sırtına uzanıyor, üzerindeki şık elbise yerlere uzanıyordu. Birbirlerine çok yakışıyorlardı, beni sıcak kanlılıkla gülümseyerek selamladılar.
İyi düzenlenmiş şık bir odada birlikte bir çay içtik, yanımızdaki hizmetçiler bir saniye bile ayrılmadı. Kendimi büyülenmiş hissediyordum. Çay bittiğinde artık gitme zamanım gelmişti, tanıştığıma ne kadar memnum olduğumu söylediğimde bana kibarca gülümsediler ve beni uğurlamak için hizmetçilere haber verdiler. Dönüş yolunda hala aklımda sarayın ihtişamlı koridorları ve içerdeki hayat vardı.