Genetiği değiştirilmiş organizmalar, kısaca GDO olarak bilinen yapay ürünler artık neredeyse her sofrada yer edinmiş durumda. Ve GDO savunucuları gelecekte insanların beslenmesinin ancak genetiği değiştirilmiş ürünler sayesinde mümkün olacağını iddia ediyorlar. Bunu ortaya atarken dayandıkları en büyük tezlerden bazıları açlık sorunları, iklim değişikliği, çevresel sorunlar vb. nedenlerle tarıma elverişli alanların azalması ve insan nüfusunun hızla artması.
GDO’lu ürünlerin tüketilmesinin çok sakıncalı olduğunu, sağlığımızı doğrudan tehdit ettiğini savunan bir kesim var. Bir diğer kesim ,özellikle GDO savunucuları, dünyadaki açlığın gıda yokluğundan kaynaklandığını düşünüyor. Ve genetiği değiştirilmiş ürünleri hayatımıza katmanın bu sorunu yok edeceğine inanıyorlar. Oysaki günümüze kadar ulaşan GDO’lu çeşitlere kazandırılabilen tek özellik ilaçlara ve böceklere karşı dayanıklılık özelliği. Açlık sorununun nedenlerini göz önünde bulundurmak gerekirse en büyük nedenlerin başında gelir dağılımının eşitsizliği geliyor.GDO savunucularına şunu sormak istiyorum: ”Elimizdeki hammadde miktarı kime göre neye göre yetersiz?” Araştırmalara göre mevcut tarım kapasitesi dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için fazlasıyla yeterli. Eksik olan asıl şey gelir dağılımındaki eşitsizlik. Ve bu sorunun önüne geçilmezse toplu ölümlerin sayısı hızla artabilir. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin gıda çeşitliliğine büyük oranda katkı sağladığını varsayalım. Gelir miktarı düşük olan ülkeler bu ürünlere sahip olamayacağı için açlık sorununa fayda sağlaması söz konusu bile olamaz. Örneğin genetiği üzerinde en fazla müdahale edilmiş olan mısır ve soya gibi ürünler bile açlık çeken ülkelerde maalesef bulunamıyor. Eskiden az da olsa doğal ürünlerle beslenen yoksul kesim, şimdi sağlığımızı tehdit eden GDO’lu gıdalara mahkum edilirse bu ürünlerin üreticileri gelir elde ederken tüketiciler ne olduğu belli olmayan ürünleri hayatında yer edinecektir ve belki milyonlarca tüketicinin sağlığını büyük oranda etkileyecektir. Ancak tükettikleri gıda miktarı asla artmayacaktır. Bu noktada önemli olan asıl şey bu iki kavramın ayrımını yapabilmek. Demek istediğim açlık sorununun nedeni mevcut tarım kapasitesinin yetersizliği değildir. Büyük oranda gelir elde eden ülkeler ihtiyacı olan ülkelere az miktar yardımda bulunması bile açlık sorununu ortadan kaldırmak için yeterlidir. Gelir dağılımının bu şekilde olduğu sürece ne kadar çok ve çeşitli üretim yapılırsa yapılsın açlık sorunu asla bitmeyecektir. Çoğu çevre bilimciler de açlık sorununun, üretim potansiyelinin eksikliğinden değil, üretim kapasitesinin plansız kullanımından ve dağılımın adil olmayışından kaynaklandığı düşünüyor. Ayrıca Dünya Tarım ve Gıda Örgütü FAO’nun Genel Müdürü Jacques Diouf, 2001 yılında Dünya Tarım Forumu’nda yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “Eğer dünyada üretilen gıda, sakinleri arasında eşitçe bölüşülebilseydi, her erkek, kadın ve çocuk, günde 2760 kalori tüketirdi.”
GDO taraftarları tarımsal üretimde yaşanan sorunları ve maddi eşitsizliği göz ardı ederek, gıda üretimini arttırmak bahanesiyle tüm dünyaya bu ürünleri tavsiye ediyor. Fakat tarımsal üretimde yaşanabilen verimsizliklerin tohumlardan kaynaklanmadığını gayet açık olarak fark edebiliyoruz. Sorun tohumlarda değil üretimin ve dağılımın doğru bir şekilde gerçekleştirilememesindendir.