Ben, sanata hayran bir kişiydim, aynı Atatürk gibi. Özellikle resimlere büyük ilgi duyuyordum. Farklı ressamların eserlerine uzun uzun bakıp, resimde ne anlatılmak istendiğini anlamaya çalışıyordum. Hatta bazen, konusu olan resimlerde konuyu elimle kapatıp sadece resme bakarak tahmin etmeye çalışıyordum.
Bir gün, dışarıdayken telefonuma bir mesaj geldi. Mesaj, lisedeki ilk resim hocamdandı. Mesajda, “Yarın sergi var. Benim sergim. Sanat eserlerine ne kadar saygı ve sevgi duyduğunu biliyorum. Bu sergide herkes resim hakkında ne düşündüğünü bir kağıda yazacak, ve sonuçlar en son açılacak. Bilene ve ya cevaba en yakın olana ödül verilecek.” yazıyordu.
Mesajı okuduğumda çok heyecanlanmıştım ve o günü bekledim. İşte o gün gelmişti. Hayatımda ilk defa böyle bir sergiye gidiyordum. Oraya gidince sanki gözlerim açıldı. Bir tane kadın heykeli vardı. Gördüğüm en güzel şeydi. Her baktığımda farklı bir şey görüyordum. Bir de illüzyon yaratan bir tablo vardı. O da çok güzeldi.
Sıra etkinlikteydi. En beğendiğim eser olan o kadın heykeliydi. Gördüklerimizden sadece bir tanesini yazabiliyordum. En mantıklısını yazdım. Sonuçlar okunurken herkesin farklı farklı şeyler yazdığını gördüm. Kazananı açıklayacak olan öğretmenimdi. Heyecanla bekliyordum.
“Sevgili gençler, çocuklar ve yetişkinler.” diye başladı. “Kazananı şimdi açıklayacağım.” dedi ve boğazını temizledi. “Kazanan… Kazanan… Kazanan, herkes!” dedi. Şok olmuştum. Konuşmaya devam etti, “Her sanatseverin bakış açısı farklıdır. Biri testi taşıyan bir kadın görür, biri de bebeğine yemek yediren kadın. Önemli olan kalbinizden geçendir. Yani herkesin cevabı doğru. Bu nedenle herkese ödül!” dedi ve konuşmasını bitirdi. Mutlu olmuştum. Herkesin damak tadı gibi, düşündüklerinin de farklı olduğunu anladım.