Sanat; insanın kendini ve çevresini anlamaya, anlatmaya çalıştığı en kadim yöntemlerden biridir. Bir heykelin dokusundan, bir resmin renklerine, bir şairin dizelerinden, bir müzisyenin notalarına kadar her şey, insan ruhunun derinliklerinden çıkan bir çığlık gibidir. Ancak, sanatın gerçek derinliğini kavrayabilmek ve bu derinlikte eserler yaratabilmek, insanın kendi mucizesinin farkında olmasıyla başlar.
“İnsanın mucizesinin farkında olmayan, buna inanmayan kişi sanatçı olamaz. Şiir yazar, belki ama şair olamaz.” Bu sözler, sanatın özünü ve sanatçı olmanın gerekliliklerini muhteşem bir şekilde özetler. Sanatçı olmak, sadece teknik bilgi ve beceriye sahip olmakla ilgili değildir; bu, insanın içsel yolculuğunu ve varoluşunun mucizesini kavrayabilmesiyle ilgilidir.
İnsanın mucizesi, her şeyden önce varoluşunun farkında olmakla başlar. Milyonlarca yıldır süregelen evrimsel süreçte, bilinçli bir varlık olarak dünyada yer almak, başlı başına bir mucizedir. Kendi bilincimizin, duygularımızın, düşüncelerimizin ve hayal gücümüzün farkına varmak, bize dünyayı farklı bir gözle görme yetisi kazandırır. Bu farkındalık, sanatın kaynağıdır.
Sanatçı, bu mucizeyi hisseden ve ona inanan kişidir. Onun için her şeyde bir anlam, her duyguda bir derinlik vardır. Bir yaprağın düşüşü, bir çocuğun gülüşü, bir aşkın acısı ya da bir savaşın yıkımı, sanatçının gözünde birer ilham kaynağına dönüşür. Çünkü sanatçı, evrenin sıradan görünen her detayında insan ruhuna dokunan bir şeyler bulur ve bunu eserlerine yansıtır.
Şiir yazmak ile şair olmak arasındaki fark da burada yatar. Şiir yazmak, kelimeleri bir araya getirme sanatıdır; bir nevi teknik bir beceridir. Ancak şair olmak, kelimelerin ötesine geçip, o kelimelere ruh katmaktır. Şair, insanın derinliklerindeki duyguları, düşünceleri ve mucizevi varoluşunu kelimelerle resmeder. Onun dizeleri, okuyucusunun yüreğine dokunur, onları düşündürür, hissettirir ve bazen de dönüştürür.
Sanatın her dalı, insanın mucizesini anlatmak için bir araçtır. Bir ressam, tuvaline her fırça darbesiyle evrenin bir parçasını işler; bir müzisyen, notalarıyla hayatın ritmini yakalar. Bir heykeltıraş, mermerin içinde saklı olan ruhu ortaya çıkarır. Her biri, kendi yolunda, insanın mucizesini keşfetmeye ve bunu başkalarına anlatmaya çalışır.
İnsanın mucizesini fark etmek, aynı zamanda bir sorumluluk taşır. Bu farkındalık insanı daha derin düşünmeye, daha anlamlı yaşamaya ve yaratmaya iter. Sanatçı, bu sorumluluğun bilincinde olarak, eserlerini sadece kendisi için değil, tüm insanlık için yaratır. Onun amacı insanları düşünmeye, hissetmeye ve kendilerini keşfetmeye teşvik etmektir.
Sonuç olarak insanın mucizesini fark etmek ve buna inanmak, sanatçı olmanın temel şartıdır. Sanat, bu mucizeyi anlamak ve anlatmak için bir araçtır. Gerçek bir sanatçı, insan ruhunun derinliklerindeki mucizeyi keşfeder ve bunu eserleriyle ifade eder. Şiir yazmak teknik bir iş olabilir, ancak şair olmak, bu teknik işin ötesine geçip, insanın mucizesini anlatma sanatıdır. Sanatın gerçek gücü, bu derinlikte yatar ve bu derinliği kavrayabilenler, insanlığı aydınlatan gerçek sanatçılardır.