Mustafa Bey o sabah her zamankinden daha geç kalkmıştı. Eşi Yeşim Hanım ile kahvaltıyı hazırladılar ve çocuklarına seslendiler. Çocukları Yavuz ve Meryem henüz beş yaşlarında oldukları için okula henüz gitmiyorlardı bu yüzden babalarının aksine onlar kahvaltılarını rahatça yaptılar ve ardından çizgi film seyretmek üzere koltuklarına oturdular. Mustafa Bey ise çocuklarını tek tek öptü eşinin boynuna da bir öpücük kondurduktan sonra evden çıktı.
Biraz hızlanmazsa otobüsü kaçıracağını düşündü ve koşmaya başladı ama o sırada durağın önünde oturan bir adamın ayağına takılarak yere düştü. Üstü başı tozlanmış, elleri ise kızarmıştı. Mustafa Bey kendisine yalvararak özür dileyen adama baktı adamın üstünde bu kış gününe rağmen incecik bir giysi vardı, elleri ise titriyordu. Ona yardım etmek istedi fakat kimdi bu daha önce hiç görmediği dilenci kılıklı adam? Eskici olması da muhtemeldi çünkü yanında güzel çizilmiş ama çerçeveleri olmayan birkaç tablo vardı. Mustafa Bey düşünceli tavrını bir yana bırakıp cebine davrandı ve çıkardığı parayı halen özürler sayıklayan adama vermeye çalıştı adam parayı almamakta ısrar ediyordu ve parayı almasının tek şartının ona kendisinin beğeneceği tablolardan birini hediye etmekti. Mustafa Bey güler yüzüyle “Allah, iyiliğini versin amcacığım tamam sen nasıl istersen.” dedi. Yaşlı adam heyecanlı bir şekilde tablolarını gösteriyordu bu arayış otobüsün gelmesiyle son buldu. Mustafa Bey, Meryem ve Yavuz’a vermek üzere oradan en afili tabloyu aldı yaşlı adama gözlerine gülümsedi ve koşarak otobüse bindi…
Mustafa Bey tüm gün tabloyu yanında taşımış, çocuklarının tabloya ne kadar sevineceklerinin hayalini kurmuştu. Fakat akşam eve geldiğinde hüsrana uğramıştı Mustafa Bey çünkü çocukları tabloyu hiç merak etmemiş, çizgi film izlemeye devam etmişlerdi. Yeşim Hanım tablonun çok güzel olduğunu nasıl, nereden aldığını sordu Mustafa Bey tabloyu kendisine bir eskicinin verdiğini söyledi. Gözlerini tabloan alamayan ve çocukluğundan beri resme, sanata adeta aşık olan Yeşim Hanım bu tablonun köşelerini güzelce temizledi, çerçeveletip hiç kullanmadıkları o görkemli soğuk salonlarına astılar.
Ertesi gün Mustafa Bey yerde oturan dilenci olmadığı kesin ama ne olduğunu bilmediği adamı göremedi, bir sonraki gün ise öncekinden farksızdı adam yine yoktu. Yaklaşık iki yıl sonra bir pazar sabahı gazetesi elindeyken ‘’Sanat Camiası Yasta’’ başlıklı bir manşeti Mustafa Bey’in gözüne çarptı ve okumaya başladı. Haber, ünlü ressam Faruk Arman’ın ölüm haberidir. İki yoğun bakımda olan Faruk Bey önceleri çok ünlü bir ressam olmasına rağmen defalarca kansere yakalanmış iki kez beyninden çok riskli ameliyatlar geçirmiş birisiydi. Öyle ki ressamın yıllar boyunca sattığı eserlerden kazandığı milyonlar her bir tedavisinde yok oluyordu. En sonunda her şeyine haciz gelen ressam memurlarından anca dört tablosunu alabilmiş bu dört tablonun üçü bulunmuş fakat sonuncusu ressamın en değerli eseriymiş ve getirene beş milyon liralık çek verilecekmiş. Mustafa Bey gözleri dolu salonun kilitli kapısını açar ve salondaki o tabloyu görünce her şeyi hatırlar. Bu tablo iki yıl önce bir sabah vakti tatlı telaşıyla ayağına takılan eskici sandığı adamın tablosuydu ve o adam aslında çok ünlü bir ressamdı…
Tablodan aldığı beş milyon liralık çekten bir kuruş ne kendisi için ne de çocukları için harcamadı Mustafa Bey. O parayla ‘’Sanat için Yaşat’’ adında bir dernek kurdu ve bu dernekte Mustafa Bey tüm maliyetleri kendi karşılayarak ressamlar adına sergiler düzenledi ve satılan her tablosunun yarısının ressama diğer yarısının ise ülkesindeki ilaçlarını alamayan, gerekli tedaviler için servet ödeyen, tek çözümü yurt dışında olan ve yurt dışına gitmeye imkanları olmayan kişiler için kullanılacaktı. Bu sayede bu ülkede başka değerlerini kaybetmeyecek daha doğmamış yıldızlar ölmeyecekti.