Senin gezdiğin bahçede çiçekler açmaz. Bizim diyarımız ise bin bir baharı saklar. Eğer istersen, bizi kolumuzdan tutup çekebilirsin ama dağda gezen ayaklar düz caddede incinir.
Sen, mabedin kubbesinde ince bir mozaik ararken, kırk asırlık yapının içinde gezersin. Biz ise bir duvarda sülüs yazı gördüğümüzde sarsılırız, bir parça yeşil çini bize heyecan verir.
Sen, çiçekli bir sahnede beyaz bir kelebeğin raksına dalarken için derinden titrer. Bizim de kalbimizi derinden kımıldatan bir zeybeğin toprağa diz vuruşudur.
Fırtına gibi gelen orkestra sesleri senin sinirlerini ürpertir. Oysa biz, ıstırap çekenlerin acıklı nefeslerini en yanık müzik gibi hissederiz.
Sen, yabancı bir şehirde bir kadın heykelini anlamlı gözlerle uzun uzun süzersin. Biz ise, ruhumuzun en büyük zevkini, bir köylünün eğilmeyen belini gördüğümüzde duyarız.
Başka sanat bilmeyiz çünkü karşımızda, yazılmamış bir destan gibi duran Anadolu’muz var. Arkadaş, biz bu yolda türküler söylerken, sana uğurlar olsun. Yolumuz artık ayrılıyor.
Şiiri bir bütün olarak ele aldığımız zaman, şairin şiirin içine örtmeye çalıştığı mesajı “medeniyetler ve kültürler arasındaki bakış açısı farkı” olarak tefsir edebiliriz. İlaveten, bu şiiri doğal haliyle gözden geçirdiğimiz zaman gözümüze çarpabilecek birkaç unsur cümlelerin devrikliği ve anlam karışıklığı olabilecekken, şiir düzyazıya döküldüğü zaman bu karmaşıklıkların ortadan kaybolduğunu, en azından aza indirgenebildiğini görürüz.
İlk dörtlükte vurgulanan “farklı yaşam tarzları ve alışkanlıkların insana etkisi” mesajı, okunduğu zaman yağdan kıl çeker gibi tutup ayıklanabilecek bir yorum. Şairin üstüne basarak bahsettiği “İstersen bizi kolumuzdan tutup çek ancak dağlarda gezen ayaklar düz yolda incinir.” cümlesiyle kendi memleketi, köyüne olan sevdasını ve şehir yaşamına ne kadar uzak olup alışamayacağını vurgulamıştır. İlaveten bu dörtlüklerin sert çıkımı ve tonuyla insanın içerisinde derin duygular uyandırır.
İkinci dörtlükte şair daha çok “sanat ve estetik anlayışındaki farklılıklar” konusuna değinmiştir. Bu dörtlükler düzyazıya çevrilmeden de dili ve devrikliği diğer dörtlüklere kıyasla daha anlaşılabilir olduğu için düzyazının bu dörtlüğün anlaşılmasına pek bir katkısı olmamıştır. Şair bir yandan da en küçük tarihi parçanın bile onu sarsabileceğinden ve daha fazlasını aramadığından bahsetmiştir.
Üçüncü dörtlükte şair, Batılı zevklerin narinliğini ve estetik hassasiyetini, Anadolu’nun güçlü ve içten gelen coşkularıyla karşılaştırıyor. Beyaz bir kelebeğin zarif dansına hayran kalan bir Batılı, estetik olarak bu incelikten etkilenir. Ancak şair için, bir zeybeğin toprağa vurduğu diz, kalbinde çok daha derin bir coşku uyandırır. Bu dörtlük, Batı’nın ince zevkleri ile Anadolu’nun köklü, güçlü duygusal ifadeleri arasındaki farkı ortaya koyar. Anadolu’nun sert ve güçlü imgeleri, şairin ruhuna daha yakın gelir.
Dördüncü dörtlükte ise, müzik ve sesler üzerinden bir karşılaştırma yapılır. Fırtınayı andıran orkestra sesleri, Batılı birinin duyularına ince bir ürperti verir. Bu sesler Batı’da sofistike ve etkileyici olabilir. Ancak şair için, ıstırap çeken insanların içli nefesleri, en yanık ve dokunaklı müzik gibidir. Burada Batı’nın dışa dönük ve gösterişli müziği, halkın acılarıyla yoğrulmuş yerel müzikle karşılaştırılır. Şair, müziğin gerçek anlamını halkın yaşadığı derin acılarda bulur.
Beşinci dörtlükte şair, bir heykelle bir köylünün duruşunu karşılaştırır. Batılı biri, yabancı bir şehirde bir kadın heykeline uzun uzun bakıp anlam arar. Oysa şair için gerçek estetik değer, bir köylünün eğilmeyen onurlu duruşunda saklıdır. Şair, Batı’nın soyut sanat anlayışı yerine, hayatın içinden gelen, insanın mücadelesini ve onurunu yansıtan sade güzelliğe değer verir. Şairin gözünde, bir heykelden çok, köylünün doğal duruşu daha büyük bir anlam taşır.
Altıncı dörtlükte ise şair, Anadolu’nun sanat ve kültürünün kendileri için yeterli olduğunu ve başka sanatlara ihtiyaç duymadıklarını ifade eder. Anadolu’nun kendisi, yazılmamış bir destan gibi önlerinde durmaktadır. Şair, Batı’nın sanatına ve kültürüne hayranlık duymak yerine, kendi topraklarının değerlerine bağlı kalmayı seçmiştir. “Sana uğurlar olsun… ayrılıyor yolumuz” ifadesi, bu iki farklı dünya arasındaki yol ayrımını ve şairin Anadolu’ya olan bağlılığını kesin bir şekilde ortaya koyar.