Sanma ki yalnızca senin gezdiğin bahçede açabilir çiçek bizim bu büyük dünyamız da yüzlerce baharı korur, kollar. İstersen çek bizi sertçe kolumuzdan tutarak, fakat dikkat et de incinmesin düz caddede ve dağda dolaşabilen tabanlar.
Sen kırk yıllık bir mabedin içini, kubbesinde ince bi mozayik bulmak maksadıyla gezer dolaşırsın lakin bizi kendine çeker, bizlere heyecan verir bir parça da olsa bir yeşil çini ve bir sülüs yazı o duvardaki.
Sen müziğin ritmine kapılıp dans etmeye bakarken için derinden bir titrer. Renkli, çiçekli, cıvıl cıvıl bir bahçede ise beyaz bir kelebeğin hareketi de bizim kalbimizi her an kımıldatabilir olduğu o bölgeden. Ayrıca bir zeybeğin toprağa olan diz vurma hareketi ise içinden dağ gibi duyulan o hüzne örnektir.
Peki ya o kıyamet, fırtınayı andıran birden çok aletin bir araya gelmesiyle oluşmuş orkestranın sesleri bir ürperti hissettirmez mi sana ? Bizde de geçmez olur mu o en hazin bir musiki yere ıstırap çekip de acıklı nefeslerini belli edenlerin yerine ?
Sen yabancı bir şehirde anlayabilen bir ifadeyle karşısında durup süzersin uzun uzun orada duran kocaman o kadın heykelini. Biz ise bir köylünün o kıvrılmayan belini görünce ruhumuzun en büyük zevkini duymaya başlarız içten içten.
Karşımızda kocaman yazılmamış bir destan, tarih gibi Anadolu’muz dikilirken hiçbirimiz başka bir sanat bilemeyiz bu eşsiz manzara karşısında. Bizler bu ayak bastığımız topraklarda, yollarda türküler, belki de şarkılar söylerken dostum sana uğurlar olsun ayrılıyoruz bu yolun da sonunda.