Sadece senin gezdiğin bahçelerde çiçek açmaz; bizim diyarımız da binbir baharı, rengarenk dünyaları saklar içinde. Her bir köşesinde farklı bir hikaye barındırır bu topraklar. Kolumuzdan tut, zorla çek istersen bizi ama incinir; yorgun, düşer düz caddede dağlarda gezdiğimiz ayaklar, taşır yılların birikmişliğini.
Sen, kırk asırlık o tarihi mabedin içini ince bir mozaik arayarak gezersin; biz ise duvarda bir sülüs yazıya rastlayınca, parıldayan bir parça çini yeşilini görünce heyecanlanırız; alır içine renk cümbüşü tüm ilgimizi. Her bir ayrıntıda tarihimizden izler buluruz. Sen, raksına dalarken çiçekli sahnedeki zarif bir beyaz kelebeğin, için titrer adeta. Bizim de dağ gibi bir zeybeğin toprağa diz vuruşu kımıldatır kalbimizi yerinden; o ritim, kanımızda akan bir özlem gibidir. Büyüleniriz her harekette, içimizde hissederiz her bir yere çöküşü.
Fırtına seslerini andıran kasvetli orkestra melodileri, bir ürperiş getirir sinirlerine; canlanır her bir nota teker teker aklında. Ancak ıstırap çekenlerin acıklı nefesleri, feryatları, çığlıkları ise bizde geçer, en hazin, en derin müziğin yerine. O sesler, ruhumuzda yankılanır, karanlık bir derinlikte kaybolur gider.
Sen, yavaş yavaş süzersin yabancı bir şehirdeki kadın heykelini anlayan gözlerle; biz de bir köylünün kıvrılmayan belini görünce duyarız ruhumuzun en büyük zevkini, alırız hazzını verilen emeğin, çalışmanın. O emek, alın terinin karşılığını bulduğu her parçada hayat bulur. Başka sanatları gözümüz görmez; çekmez onlar dikkatimizi çünkü karşımızda yazılmamış bir destan gibi durur Anadolu’muz. Her taşında, her toprağında bir başka efsane saklıdır.
Arkadaş, sana uğurlar olsun! Biz bu yolda türküler tüttürürken, maalesef ayrılıyor seninle yolumuz. Farklı coğrafyalarda attığımız adımların izleri farklı birbirinden; Biz, başka dünyaların insanlarıyız.