Yalnızca senin gezdiğin bahçelerde açmaz çiçekler, meyve vermez ağaçlar. Senin gezdiğin bahçelerde bahar olmaz mevsim hep kıştır. Sen “Medeniyeti” , her mevsim çiçekli bahçeleri arar durursun. Oysa bizim bahçelerimiz her mevsim çiçekli, buralarda her mevsim bahar. Bizim kolumuzu tutup bizi de kendinle birlikte götürmeye çalışsan da dağda gezen ayaklarımız incinir o beton caddelerde. İncinir bileklerimiz bizi sürüklediğin Paris caddelerinde. Çünkü biz sadece Anadolu’muza sadığız, ayağımızdaki pabuç yadırgar dağ yolundan başkasını.
Sen kırk asırlık mabetlerin kubbesinde ince bir mozaik ararken bizim göreceğimiz bir sülüs yazı, bir parça yeşil çini bize neşe kaynağı, su, toprak, hava olur. Sen o görkemli Batı mimarisine mest olurken bizim gözümüz ellerde bir tanecik olsun Anadolu, vatan izi arar! Sen çiçekli opera sahnelerinde bir kelebeğin raksına dalarken, ayılıp bayılırken için titrer. Bizim içimiz gider bir zeybeğin toprağa diz vuruşuna. Çünkü o ilelebettir; Anadolu insanı gibi güçlü, kararlı, dayanıklıdır. Senin senirlerine fırtınayı andıran orkestra sesleriyle bir ürperiş düşerken biz bunun yerine ıstırap çekenlerin acıklı nefesleri en hazin musikisi yerine geçer.
Sen elin şehirlerindeki kadın heykellerini anladığını sanan bakışlarla uzun uzadıya sürebilirsin ancak biz bir köylünün kıvrılmayan belini görünce ruhumuzun en büyük zevkini duyarız, heyecan dolar içimiz. Çünkü biz ruhumuza, kanımıza sinmiş Anadolu sanatından başkasını ne biliriz ne de merak ederiz. Anadolu’muz yazılmamış ancak içinde bulunan her bir toprak zerresinin, insanın, canlı cansız her varlığın üstüne sinmiş bir kadimlik de dururken biz başka sanat göremeyiz. Eğer sen Paris’in kaldırım taşlarını bu kutsallığa tercih ediyorsan yollarımız ayrılıyor yoldaş. Çünkü biz elbet tutturacağız Anadolu’muzun türküsünü, bırakmayacağız bizi biz yapan bu ilkel destanı, sana uğurlar olsun!