Sanat, insanın en derin duygularını, en karmaşık düşüncelerini ve en yüce hayallerini ifade etme yoludur. Ancak bu yüce ifade biçiminin temelinde, insanın kendi varlığının derinliklerinde yatan bir mucize yatar. Bu mucizeyi kavramadan, onun varlığına inanmadan, sanatçı olmak mümkün müdür? Bu soruyu cevaplamak için, sanatın en içten yolcusu olan şairin gözünden bakmak gerekir.
Şair, kelimelerle dans eden, dizelerle düşler kuran, dilin sınırlarını zorlayan bir yolcudur. Ancak onun yolu, sadece sözcüklerin ve cümlelerin ötesine geçmez. Şairin gerçek yolculuğu, insanın iç dünyasına, ruhunun derinliklerine doğru bir seyahattir. Şair, kendi varlığının ve insanlığın evrensel tecrübesinin bir yansımasıdır. O, insanın mucizesini kavrar ve bunun farkında olarak, sanatının merkezine yerleştirir.
İnsanın mucizesi, onun duygularında, düşüncelerinde, deneyimlerinde gizlidir. Her bir insan, kendi benzersiz hikayesini taşır ve bu hikaye, sanatın en değerli kaynağıdır. Şair, bu hikayeyi anlamak ve ifade etmek için kelimeleri kullanır. Ancak onun amacı sadece bir hikaye anlatmak değil, insanın derinliklerine inmek ve orada yatan mucizeyi keşfetmektir.
Bir şair, kelimelerin sınırlarını aşarak insanın varlığının derinliklerine nüfuz eder. O, sevginin, acının, umudun ve kederin dilini konuşur. Ancak bu dili konuşabilmesi, insanın mucizesine olan inancından gelir. Şair, kendi varlığının ve insanlığın evrensel tecrübesinin bir parçası olduğunu bilir ve bu bilinçle sanatını icra eder.
Dolayısıyla, insanın mucizesinin farkında olmayan, buna inanmayan kişi asla gerçek bir sanatçı olamaz. Şiir yazabilir belki, ama şair olamaz. Çünkü şairlik, sadece kelimelerle oynamak değil, insanın derinliklerine inmek ve orada yatan mucizeyi keşfetmektir. Ve bu keşif, ancak insanın kendi varlığının ve insanlığın evrensel tecrübesinin farkında olduğunda mümkün olabilir