Bu sabah her zamankinden farksız; ağır, büzücü, ruhsuz ve soğuktu. Sanki uyanabilecekmişim gibi önceki akşamdan erken yatsam da elbette çalar saati duymamıştım. Tabii ki kendi başıma yaşayıp çok kazanmayan bir işim olunca (şuan belki ama gelecek hakkında büyük hayallerim var) bu tür küçük ihtiyaçları düşünemiyordum. Yine yataktan çıkarken yerdeki yıkanmamış çamaşırlara takılıp düşecektim neredeyse. Yerdeki tuzakları atlattıktan sonra kendime, mağazada bulabildiğim en ucuz kahveyle ama o da bitmek üzereydi, bir kupa kahve yaptıktan sonra dışarıdan gazeteyi alıp eve tekrar geri girdim. Kedim Kia’nın mamasını kabına koyduktan sonra aklımdan canımdan çok sevdiğim bu hayvana artık bakabilir miyim düşüncesi geldi ama tabii ki hayatta neredeyse tek değer verdiğim varlık o olduğu için bu düşünceyi hemen kovdum.
Üniformamı giydikten sonra San Jose Polis İstasyonuna doğru yola koyuldum. Her sabah arabamla, benim de içinde yaşadığım, o viran mahallelerin arasından geçerken herkesin yaşlı adam Josef dediği adama yardım etmeye giderim. Bazen sadece bir bardak çay, bazen de evindeki malzemelerle kahvaltı hazırlarım. Kendisi bu hafta 70 yaşına girecek ve hiç kimsesi kalmamış, ben de 28 yaşındayım ayrıca benim de kimsem yok buna ilaveten, onun kızı da benim yaşımdaymış ama maalesef saçma sapan bir çocuk yüzünden babasını terk etmiş. Eşi ise kızını doğururken vefat etmiş. Belki de bu yüzden izimiz çok iyi anlaşırız.
Yaşlı Adam’a yardım ettikten sonra bu sefer gerçekten yakına yakına istasyona gittim.
Çalıştığım yerde şuan staj yapmama rağmen herkesle iyi geçiniyorum. Stajdan dolayı da pek iyi kazanamıyorum ama arada sırada fazladan işlerle idare ediyorum. İstasyona girdikten sonra kendi masama oturdum ve önceki haftadan kalan davalara bakmaya başladım. Burası Amerika’nın en iyi istasyonlarından biridir. Ama son 2 aydır nedense yeni cinayet vakaları gelip duruyordu ve hala bu durumu çözememişlerdi. Bana kalırsa bunlar kesinlikle aynı kişi tarafından işlenmiş seri katil davalarıydı. Ve bu kişi her kimse yaptığını o kadar iyi örtbas ediyordu ki, katili yakalayamamışlardı. Ve ben bu işe bir son vermeye karalıydım. Bu yüzden 2 aydır doğru düzgün uyuyamıyordum.
Demek ki Amir Efe’de (kendisi Türk olur ben ismini söylemeye çabalarken hep bana çok güler) bu cinayetlerin arasında bir bağ kurmuş ayrıca şüphesiz aklından çıkaramamıştı ki oradaki kişilere bir şeyler sorup duruyordu ve sürekli “seri katil” i duyup duruyordum. Öte yandan ofisinde yürüyüp durduğunu görüyordum ama bu normalde yaptığı bir şey değildir. Hep sakin ve aşırı düzenlidir. Bir de sanırım söylemeyi unuttum ama bu davalar California’nın benim oturduğum bölümlerinde ihbar ediliyordu ve ben her gün daha da tedirgin oluyordum.
Bu konuyu Amir Efeyle konuşmak için tam odasına girecekken aniden benim masamdaki telefon çalmaya başladı. Tahmin ettiğim gibi başka bir cinayet vakası olacağını sandım ama değildi. Biri bu cinayetleri fark etmiş ve katilin evin etrafına çizdiği sembolleri tanımıştı. Adres de bana tanıdık gelmişti ama kötü düşünmemeye çalıştım. Bu belki de katili durdurmak için son şansımızdı. Herkese alelacele haber verdikten sonra arabalara binip olay yerine gittik. Yolda çok tedirgin olacağımı bildiğimden dolayı, arabayı başka biri sürdü.
Aslında hep bunun olmamasını dilemiştim ama adres gerçekten de Yaşlı adam Josef’indi.
Kalbim o anda saatte kaç atıyordu bilmiyorum ama tek dileğim Josef’i kurtarabilmekti. Hemen bahçesini koşarak geçtim ve kapıyı açmaya çalıştım ama kilitliydi. O kadar stresliydim ki başka bir polis arka bahçe kapısını hatırlatana kadar orada olduğunu unutmuşum.
Arka bahçe kapısını tekmeleyerek açtım ve şoktan donup kalmadan önce tek söyleyebildiğim şey, elimde silahı sımsıkı tutarak,
“Sakın bir adım daha atma!” oldu.