Matrix veya özgün adıyla “The Matrix” 1999 yılında beyaz perdeye aslında derin bir düşünceye sahip. Dünyanın robotlar tarafından yönetildiği, insanlığın devam ediyor olmasının tek nedenin robotların enerji ihtiyacını karşılamak olduğu, bunun için robotların insanların yaşamlarını geçirmeleri için “Matrix” adı verilen bir simülasyon yarattığı bir evrende geçen bu film insana şu soruyu sorduruyor: “Yaşadığım dünya gerçekten gerçek mi?”
Gerçeğin, gerçek olduğunu nereden bilebiliriz? Eğer bir simülasyonun içindeysek bunu nasıl anlayabiliriz? Bunun cevabı ne kadar acıysa o kadar da basit, anlayamayız. Bulunduğumuz ortamın gerçek olduğunu kanıtlayamayız. Belki insanlığın gelişmiş teknolojisiyle atalarını araştırmak veya daha iyi anlamak için yarattığı bir simülasyondayız, belki Matrix filmindeki gibi bir simülasyondayız, belki Truman Show filmindeki gibi bir simülasyon, belki de gerçekten de sıradan dünyamızda yaşıyoruz. Günümüz teknolojisiyle bunun cevabını bulmak pek kolay görünmüyor.
Aslında tüm bunları düşünmeden önce yanıtlandırmamız gereken bir soru daha var: “Gerçek nedir?”. Bu soruyu Platon’un mağara alegorisi üzerinden ele alalım. Bu alegoride doğumundan itibaren bir mağaraya kapatılmış üç tutsak var, sırtları mağaranın girişine dönük bir şekilde zincirli oldukları için sadece mağaranın önünden geçen insanların ve hayvanların mağara duvarına yansıyan gölgelerini görüyorlar. Sonra, bir tutsak serbest kalıyor. Dünyanın mağara duvarında görülenden ne kadar farklı olduğunu görüyor. Diğer tutsaklara bu gördüklerini anlatmak için mağaraya geri dönüyor. Tutsaklar onun anlattıklarına karşı geliyorlar ve de delirdiğini söylüyorlar. Gölgelerin gerçek olmadığına inanmıyorlar.
Sizce bu alegoride duvardaki gölgeler gerçek midir? Bu sorunun cevabı görecelidir. Mağaradaki tutsaklara soracak olursanız sizinle dalga bile geçebilirler. Çünkü onlar için sorulması bile mantıksızdır. Yaşamları boyunca yalnızca gölgeleri gördükleri için elbette ki onlar için gerçek budur. Peki dışarıya çıkmayı başaran tutsağa sorarsak yanıtı ne olur? Gerçeğin dışarıda olduğunu söyleyecektir. Çünkü kendisi bunları görmüştür, ona göre gerçek olan mağaranın dışındaki büyük dünyadır. Bu da bir simülasyonun gerçeğin kendisi olabileceğini göstermektedir. Bir simülasyon neden gerçek olamasın ki? Biz içinde yaşadığımız dünyayı gerçek olarak görüyorsak ancak bir simülasyonun içinde yaşıyorsak, bu durumda simülasyon gerçek olur. Dışarıdaki dünya asıl gerçektir ama simülasyonun bir parçası haline gelmiş insanlar için bunun bir önemi yoktur, onlara göre gerçek simülasyonun ta kendisidir. Buna inanmalarının nedeniyse başka hiçbir gerçeklik görmemiş olmamaları, bu yüzden de farklı gerçeklikleri algılayamıyor olmalarıdır.
Sonuç olarak, eğer bir simülasyondaysak şimdilik bunu fark etmemiz pek muhtemel görünmüyor. Gerçek; insanlar neyin gerçek olduğuna inanıyorsa odur, yani buna sadece insanlar karar verebilir.