Bu okula başladığım ilk gün kendimi çalışmasına hiç gitmediğim bir koronun gösterisinde gibi hissediyordum. Herkes kendi rolünü büyük bir ustalıkla yerine getirirken sanki ben sahnenin köşesinden olan biteni izliyordum. Etrafımda yabancılar gülüyor, konuşuyor, şakalaşıyorlardı. Onların bu hayat dolu günlerine karşın benim gülmeye tenezzül bile etmeyen suratım ne kadar boğulduğumu anlatmaya yetiyordu. Ara sıra karşıma çıkan öğretmen olduğunu düşündüğüm insanlara bunu belli etmemek için hafifçe gülümsüyordum.
Hemen buradan kurtulmak ve nereye olursa olsun düşünmeden gitmek istiyordum; ama biliyordum ki tüm bir sene, hatta belki lisenin sonuna kadar burada kalacaktım. Düşündükçe aklıma senenin ortalarında hala arkadaş bulamamış bir halde tek başıma kantine çıkarken hayal ettiğimi hatırlıyorum. Şimdi size söylesem bu epey komik gelebilirdi ama ortada bir gerçek var ki insan tanımadığı ortamdansa en sıkıcı ve uzun toplantıyı yeğliyor.
Eğer o gün benim gibi yeni gelmiş ve aynı koroda en arka sıralardaki kişilerin varlığını da bilmeseydim galiba tüm gün sınıfın en köşesindeki sırada kazık gibi otururdum. İnsan tanışmaya da yeltenemiyor çünkü herkes gruplaşmış bir biçimde ve dışlanma ihtimaliniz epey yüksek. Mesela geniş ve eğlenceli bir kız grubuna girmek istiyorsunuz. Öncelikle onlarla gelip gelemeyeceğinizi soruyorsunuz. Peki ya sonra? Sonra onlara sülük gibi yapışıyorsunuz ve onlar da sizden kurtulmak için sizi savuruyorlar. Bu sırada çok darbe alıyorsunuz ve başaramayacağınızı anlayıp kenara çekileceğiniz anda biri size elini uzatıyor. Evet artık güvendesiniz ve sizi savuranları geçtiniz.