Hayatta üzülmeye değecek o kadar şey var ki bazen mutlu olabilmeyi unutuyor insan. Bense çevremde gelişen hoş olmayan olayların farkında olarak hayatın güzelliklerini de görebiliyorum. Gülümsemeyi, gülümsetmeyi seviyorum. Negatif düşüncelerden olabildiğince uzak duruyorum. Bunları yapabilmemi sağlayan en büyük faktör ise kesinlikle kitap okumaktır.
Her akşam eve geldikten sonra kendime bir kahve hazırlarım. Kahvemi yudumlayarak kitap okurum. Kitap okumaktan ayrı bir keyif alıyorum. Ama okuduğum kitapların ilk basım olması benim için bir gereklilik. Kitaplığımda yüzlerce kitap var ve tamamı birinci basım. Okuduğum kitap her ne kadar yıpranmış olsa bile bu huyumdan vazgeçemiyorum.
Aylar öncesinde bir arkadaşımın önerisi üzerine Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları” adlı kitabını almaya karar verdim. Gidebileceğim her yerde o kitabı aradım lakin bulamadım. Uğradığım sahaflar ise bana yardımcı olmak yerine onlarda bulunan eski fakat ilk olmayan basımı almam için beni ikna etmeye çalışıyorlardı.
Bir gün Taksim’in altını üstüne getirdim. Aylardır aradığım kitabı sonunda Taksim’in arka sokaklarındaki bir sahafta buldum. Öyle sevinmiştim ki heyecandan verdiğim paranın üstünü almayı unutup oradan çıkmıştım. Bunu taksiye binecek olduğumda cüzdanımın bomboş olduğunu görerek fark ettim. Ama buna değmişti çünkü aylarca süren uğraşın sonunda isteğime kavuşmuştum. Dünyanın en mutlu insanı olabilirdim ve kitabı okumak için sabırsızlanıyordum.
Aynı gün daha büyük bir heyecanla kitabı okumaya başladım. Bu sefer kahvemi almaya yeltenmemiştim. Önsözü okuduktan sonra kitabı burnuma yaklaştırdım ve kokusunu içime çektim. İşte en sevdiğim özellik de buydu. Eski kitap kokusu… Bir zamanlar canlı bir varlık –bir ağaç- iken şimdi benim ellerimde yeniden canlanıyor gibiydi.
23. sayfaya geldiğimde el yazısıyla yazılmış bir not buldum. Üzerinde “Bu kitabı ne zorluklarla bulduğunu biliyorum. Bu kitabı okuyan hatta benim gibi ilk basımını okumak için çabalayan biriyle tanışmak isterim.” yazıyordu. Notun arkasına baktığımda cep telefonu numarası vardı. Hiçbir şüphe duymadan yazan numarayı aradım. Korkabileceğim bir şey yoktu. “Alo?” diyen naif bir duydum. Ona kitapta bulduğum nottan bahsettim. Sonra birbirimize kendimizi tanıttık. Adı Derya idi. Ertesi gün bir kafede buluşmak üzere sözleştik.
Bir gecede kitabı bitirmiştim. Sabah uyandır uyanmaz filtre kahve hazırladım. Kahvenin keskin kokusu etrafı sarmıştı ve uykumun açılmasına yardımcı olmuştu. Ufak bir şeyler atıştırıp kahvemi içtikten sonra dışarı çıktım. Yolda aklıma gelen düşünceler ürperticiydi, hepsini kovdum. O an en üzüleceğim şey, onun konuştuğumuz yere gelmemesi olurdu.
Kafeye girdim ve Derya’nın beni kolaylıkla tanıyabileceği bir yere oturdum. Beş dakika geçmeden tahminimce yaşıtım olan bir kadın geldi. “Ezgi Hanım siz misiniz?” diye soru yöneltti. Onayladım ve oturmasını buyurdum. Saatlerce kitaplar hakkında sohbet ettik. “Cevdet Bey ve Oğulları” kitabını yorumladık. Geçirdiğim vakitten çok memnun kaldım.
Bugün o olayın üzerinden 10 yıl geçti ve Derya ile arkadaşlığımızı hala sürdürüyoruz. Bir çoğunuzun beklentisi bunun bir aşk hikayesi olmasıydı ama ben, beni hiç yalnız bırakmayacak başka biriyle tanıştım.