İsmail, 17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil şehrinde Safevî Tarikatı’nın Türkmen şeyh ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. İsmail’in babası Şeyh Haydar öldükten sonra Şah İsmail Safevi Devleti’nin başına geçer.
Şah İsmail döneminde Osmanlı-Safevi ilişkileri: Safevi gibi güçlü bir devlet kurulması Osmanlı Devleti’nin otoritesini sarsıyor ve aynı zamanda Osmanlı’yı rahatsız ediyordu. Anadolu’da bulunan Alevilerin de Safevi Devleti’ne katılması Osmanlı’yı iyice rahatsız etmişti.
I. Selim bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim, Dokuzuncu Osmanlı padişahı ve 88. İslam halifesidir. Aynı zamanda ilk Türk İslam halifesi unvanına sahiptir. Babası II. Bayezid, annesi Gül-Bahar Hatun, eşi Ayşe Hafsa Sultan’dır.
Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim kendilerini boş vakitlerinde şiire adamışlardır. Yavuz Sultan Selim şiirlerinde Farsçayı tercih ederken, İsmail Türkçeyi tercih etmiştir. Yavuz Sultan Selim şiirlerinde ”Selimi” mahlasını kullanırken, Şah İsmail ”Hatayi” mahlasını kullanmıştır. Örnek iki şiir vermek istiyorum:
Hatayi’den,
Gönül ne gezersin seyran yerinde
Âlemde her şeyin var olmayınca
Olura olmaza dost deyip gezme
Bir ahdine bütün yâr olmayınca
Yürü sôfi yürü, yolundan azma
Elin gıybetine kuyular kazma
Varıp her dükkânda metaın çözme
Yanında mürşidin var olmayınca
Şimdi de Selimi’den
Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Eşkimi kıldı füzûn giryemi hûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek
Biraz Yavuz Sultan Selim’den bahsedelim.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk halifesi İslam dünyasının ise 88. halifesidir.
Yavuz Sultan Selim Türk Müslümanlığının ilk halifesi olarak Sünni mezhebini resmi hale getirmek istemiştir, buna karşı çıkanları ise kılıçtan geçirmiştir. Osmanlı şeyhülislamı Alevi yurttaşları sapkın, dinsiz, mum söndürücü diye suçlarken bu toplumdan aldığı vergilerle geçiniyordu. O zamanlar Osmanlı çalış yiyelim düşüncesindeyken, Alevi Türkmen toplulukları çalışalım yiyelim düşüncesindeydiler.
Yavuz Sultan Selim tahtı için kardeşlerini boğdurtmuş, öldürtmüştür. Kellesini aldığı sadrazam ve devlet adamlarının sayısı bilinmemektedir. Bu sayı o kadar çoktur ki Selim zamanında halk beddua ederken ”Allah seni Selim’in sadrazamı eylesin.” derlermiş. Resmi din haline getirdiği Sünni mezhebin dışındakileri sapkınlık, Osmanlı’ya karşın karşıt bir duruş olarak algılamış ve yüzbinlerce Türk Alevisini kılıçtan geçirtmiştir.
Bir diğer taraftan, Şah İsmail halk tarafından çok sevilen bir insan olmuştur ve yazdığı şiirler dilden dile günümüze kadar gelmiştir. Anadolu’da taraftarı ve sevenleri büyük bir hızla artmaktaydı.
Şah İsmail’in yaymaya çalıştığı Alevilik, Anadolu insanının etnik yapısına daha uygundu ve ilgiyle karşılandı.
”Şah İsmail’in bu kadar taraf toplaması haliyle Yavuz Sultan Selimi rahatsız etmişti. Aralarında geçen yazışmaların çoğunluğu dini yöndendi. Bu yazışmalar ”Sen yanlış yoldasın ben doğru yoldayım” şeklinde suçlamalar içeriyordu, hatta bir keresinde Yavuz Sultan Selim bir mektubunda ”Ben ki Sultan Bayezit oğlu Selim, sen ki ey eşek Türk.” diyebiliyordu.” Milliyet Gazetesinden alıntı yapılmıştır.
Şah İsmail ne kadar savaş yanlısı olmasa da bu durum Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim’i karşı karşıya getirdi. 1913’te I.Selim, Safevi devletine saldırıya geçti ve Osmanlı, Safevileri yenerek Çaldıran Savaşı’nda büyük bir galibiyet elde etti.
Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunan 16 Türk devleti arasında Safevi devleti yer almaz. Şu anda günümüzde de Ortadoğu da dökülen kanlar bize mezhepçiliğin ne kadar kötü bir şey olduğunu gösteriyor.
Şah Sultan ve Yavuz Sultan Selim arasında geçen birkaç konuşmadan bahsetmek istiyorum.
YAVUZ VE ŞAH İSMAİL’İN SATRANÇ OYUNU
Yavuz Sultan Selim Han, şehzadeliğinde Trabzon valisiydi. İran’ın başkenti Tebriz’e geldi. Şah İsmail, satranca pek meraklı ve oyunun namlı bir ustasıydı. Her gün birkaç parti satranç oynar ve sosyal durumuna bakmadan kim isterse tereddütsüz karşılaşırdı. O güne kadar kendisini mat eden çıkmamıştı. Yavuz da büyük bir satranç ustasıydı. Yollarda gelirken ve Tebriz’de geçirdiği günler içinde Safevi Devleti hakkında öğreneceklerini öğrendikten sonra sarayın yolunu tuttu. Oraya varınca Şah ile satranç oynamak istediğini söyledi. İçeriye haber verdiler ve oyuna başladılar. Oyuna başladıklarında Selim ilk el bilerek yenildi. Fakat Şahtan daha usta olduğu için ikinci oyunda onu mat etti. Şah İsmail, herkesin gözü önünde uğradığı bu yenilgiye fena halde sinirlenip elinin tersiyle Yavuz’un göğsüne bir sille vurup ona bir kese içerisinde bin altın verdi. Şehzade Yavuz Selim, uzun bir maceradan sonra 24 Nisan 1512’de tahttan vazgeçen babasının yerine padişah oldu. Hemen, Osmanlı Devleti için en büyük tehlike olan İran üzerine sefer hazırlıklarına başladı. Nihayet büyük bir orduyla yola çıktı. 23 Ağustos 1514 günü Çaldıran’da iki ordu karşılaştılar. Savaş sonunda, mutlaka kazanacağını uman Şah İsmail kaybetti. Hızır adlı seyisinin kendisini feda ederek atını ona vermesiyle harp meydanından kaçarak canını zor kurtardı. Yavuz daha sonra İran başkenti Tebriz’e doğru yola çıktı. Şehre girince, şahın sarayının önüne vardı ve sırtını saray tarafına verip dört bir yanı gözden geçirdikten sonra yanında bulunan devlet erkanının yüzlerine baktı, sonunda Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağaya: -Şu kapı eşiğinde şahın ata bindiği taşın altına kendi elimle bin altın koymuştum, helal malımdır. O altınları sana ihsan ettim. Taşı kaldırıp al. dedi. Padişahın bu emri üzerine orada bulunanlar şaşırdılar. Çünkü Yavuz Sultan Selim Hanın daha önce Tebriz’e geldiğini kimse bilmiyordu.
HERKES YEDİĞİNDEN İKRAM EDER.
Yavuz Sultan Selim zamanında, Iran Şahı İsmail kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor, Sultan Selime. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor.
Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor. Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor. Yani Osmanlı’ya büyük bir hakaret ediliyor! Cihan Padişahı emir veriyor, herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermemiz gerekir.
Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor.
Ayni şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın Osmanlı Istanbul´unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir kağıt ve bir satır yazı ekleyip gönderiyor. Şah sandığı açıyor. Halılar,değerli taşlar…
Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, zehirsiz olduğunu göstermek için, sonra oradakilere ikram ediyor. Lokum bittikten sonra kutunun içindeki notu Sah İsmail okuyor:
“Biz biliriz ki, herkes yediğinden ikram eder.”