İnsanları diğer canlılardan ayıran özellik nedir? Düşünebilmeleridir. Peki mantıklı düşünmelerini engelleyen nedir? Duygularıdır. Daha da ileri gitmek gerekirse mantıksız düşüncenin sonucu olarak ne ortaya çıkar? Hatalarımız.
Durmadan, yılmadan hep yürürüz, yeri gelir koşarız yeri gelir yavaşlarız ama duramayız çünkü durduğumuz gün umudumuz biter, sona daha çok yaklaşırız fakat koşsak da elimizden bir şey gelmez çünkü o yol bir gün bitecektir.En önemlisi bizim ‘benliğimiz’ deriz ona göre davranırız. Bırak insanlar ne düşünürse düşünsün deriz, umursamayız fakat hala bir kulağımız pür dikkat etrafı dinler; olanları bitenleri, bizim hakkımızda denilenleri, insanların bakışları, davranışlarına dikkat ederiz. O zaman da bencil oluruz, ona da güvenilmez derler. Tamam, deriz insansız olmaz, bu yol tek başına gitmez. İşte o zaman ikinci şanslar, affetmeler girer devreye. Gene üzülürüz, kırılırız, kendimizi kandırırız. Peki o zaman şimdi ne yapacağım deriz.
Bu düşünceler aklımı kurcalıyordu ve ben de denize karşı oturdum, deniz de adeta benimle sohbete girişmişti fakat çekinmiştim sanki yeni tanışıyor gibiydim çünkü ben onunla konuşsam ona zarar verirdim. Ben daha büyüğüm diyordu ama benim düşüncelerimin sonsuza kadar gidebileceğini bilmiyordu, çok ısrarcı gözükünce ona içimi açtım.
Her şeyi anlatırken yanıma bir kadın geldi, başta beni susturdu, bana acınası bir şekilde baktı, belkide acıdı. Sonra sessizce konuşmaya başladı; O hep böyleydi zaten, gene dalmış gitmişti uzaklara dedi kadın. Oysaki ben ona çoğu sefer dedim, ikinci şans kalp kırar diye. Gerçi ben de ona bunu neden demiştim bilmiyordum, tarih tekerrür etmişti. Çok sevdiği arkadaşı onun hayatını değiştirecek bir sınavda kendi çıkarları yüzünden kötü geçmesini sağlamıştı. En güvendiği, belkide canından ötesi olacak insan kendi sevgisinin önüne geçemeyip, onun düşündüklerini hiçe sayıp, gerçekleri görmek istemiyordu ve günden güne onu bitiriyordu. Peki sen ne yapıyordun? dedi. Her gün onların ellerine sıkı tutmaları için bir ip veriyordun fakat onlar onu düşmemek için kendilerine sarıyorlar ve seni aşağıya çekiyorlardı. Günün sonunda düşen sen oluyordun, bunları göremiyordun çünkü kalbin de gözlerini bağlamıştı, düşsen de seni kaldırıyor tekrar düşmeni sağlıyordu. ‘Bir daha onlara o ipi verme olur mu?’ dedi. ‘Tamam’ dedim.
Çok geçmeden yanıma yaşlı bir adam geldi o da sol yanıma gelip oturmuştu. ‘Sevmek’ dedi. Bir insanı, bir kitaba, bir hayvana olan sevgi, bağlılık… baştan sona kadar bütün sevdiğim şeyleri saydı. Uzun süre ağzım açık kalmıştı, nasıl beni o kadar iyi tanıyordu anlamamıştım. ‘Bak kızım’dedi. Ben artık yaşlandım, bu saydıklarım da güzeldir hoştur fakat ben, sana her şeyden önce kendini sevmenin ne kadar önemli olduğunu anlatamamışım. Göreceksin dedi, herkes gidecek sen kalacaksın gene o yolda. İşte o zaman hiçbir şeye bakmayacaksın, tereddüt etmeden kendi başına yürüyeceksin en sonunda ‘özgürlük’ denen büyülü anahtarı bulacaksın ve hiç olmadığı kadar mutlu olacaksın. Bir kez olsun dinle beni, tamam mı? Dedi. Sadece ‘tamam’ diyebilmiştim. Daha sonra ayağa kalkıp bastonunun yardımıyla uzaklaştı.
Arkasından bir ağlama sesi duydum, o ses dalgalara karışmıştı fakat hiçbir ses, dalgalar bile onu bastıramıyordu. Yere baktım, önümde oturmuş küçük bir çocuk ağlıyordu. Neden ağlıyorsun diye sorduğumda beni unutuyorsun ve ben çok üzülüyorum demekle yetindi ve beni en çok şaşırtan elinde oynadığı benim en sevdiğim oyuncaktı. Onun da çok sevdiği belliydi, benimle konuştuktan sonra onunla oynamaya devam etmişti. Ben de onu rahatsız etmek istemedim, zaten kısa süre sonra koşarak uzaklaşmıştı ama arkasına dönüp beni sakın unutma tamam mı? demekten vazgeçmiyordu. ‘Tamam’ dedim.
Sessizliğin içinde olanları düşündüm; öğüt veren kadını, sevgi dolu yaşlı amcayı, unutmamam gereken çocuğu. Hepsi içimde dedim, hepsi çok haklı dedim. Denize bağırdım ‘Şimdi mutlu musun? İçimdeki çocuğu, beynimi, kalbimi her şeyi sana bıraktım ve şimdi de hepsini teker teker bulmak için sana geleceğim. Sen de bu sırada onları yalnız bırakma olur mu? Lakin onlara bu yolda çok ihtiyacım olacak.