Bir sabah dehşet verici bir biçimde kalktım. Annemler evdeki bütün eşyaları kutuluyor, ben ise hala yataktan kalkmaya çalışıyordum. Çok şaşırmıştım ailemin sabahın köründe taşınıyormuşçasına eşya paketlemesine. “Ne oluyor? Neden bu kadar kutu var burada?” Annem sadece gözüme baktı ve tek bir cevap bile vermedi. Bir daha sordum. “Bir şey mi oldu? Neden burası bu kadar dağınık ve siz neden paketleme yapıyorsunuz?” Annem bana cevap verdiğinde ise hiçbir şeyden haberim yoktu ve aşırı derecede şaşkınlığa uğramıştım. “Sanki bilmiyormuş gibi küstahça bir de soruyorsun ya üstüne, gerçekten yazık.” Ne demek istemişti o şimdi? Neden bana böylesine soğuk bir cevap vermişti? Ne olduğunu üçüncü defa sormak yerine odama salondan dört tane kutu kaçırıp ben de paketlemeye başladım. Taşınıyorduk belli ki. Veya onlar taşınıyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Anlamıyorum. Acaba farkında olmadan “çok önemli olan” kredi kartındaki paraları mı sömürmüştüm? Olabilmesi yüksek olan bir şey sonuçta.
İki saat geçmişti ve ben bana küskün olduğunu düşündüğüm annemin yanına bir kere daha gitmiştim. “Bana neden öyle cevap verdin sabah?Bir söylesen keşke hatamı, veya hatamızı.” Cevabı hiç değişmez mi bir insanın. İnsanın hiç mi yüz ifadesi değişmez iki farklı zaman aralığında… “Bir şey olmadı Emir.” dedi, yine ve yine en soğuk biçimde. Demek ki asla öğrenemeyecektim ne olduğunu.
Odamda vazgeçilmez olan bütün eşyaları toplamayı başarmıştım sonunda. Babamlar da bitirmişti salonu, mutfağı, odaları… ve tam o anda büyük bir “Evden Eve, Şehirden Şehire” sloganlı nakliyat aracı geldi. Nereye gidiyorduk? İstanbul? İzmir? Konya? Hayır. Bunlardan hiçbiri değildi. Bir anda nasıl koskocaman bir şehri bensiz bırakabiliyordum? Bunların hepsi neden oluyordu? Bu soruları cevaplayan bir kişi dahi yoktu. Ben sordukça onlar uzaklaşıyordu benden. Yoksa her şeyin sorumlusu ben miydim?
Bana uçak biletlerimizi gösteren abim artık benimle konuşmayı reddetmiyordu. Beni azarlarmışçasına, soluk bir ses tonunda, “Eee, senin o çok güvendiğin mafya abilerin ne yapıyor? İyiler mi? Sen konuşmuşsundur gerçi bugün onlarla. Dur bekle, annemin yeni çıkarttırdığı kredi kartlarını da getireyim. Birkaç fotoğraf çekip atarsın artık “en çok güvendiğin” diğer abilerine.” Neyden bahsediyordu bu deli? Kaç sene önce olmuş olan bir şey için mi azarlanıyordum ben şimdi? Gelmiş geçmiş bir şey. Tamam yani belki bir ay önce olmuş olabilir ama ne yapabilirsin ki geçmişte kalan bir şey için…
En sonunda ne olup bittiğini anlayamadığım bir şekilde Meksika’ya varmıştık. Meksika ne alaka gerçekten ben de halen anlayabilmiş değilim. Peki, neden Meksika? Aynı soruyu bir de bana asla doğru düzgün cevap vermeyen anneme sordum. “Neden Meksika anne? Sadece arkadaşıma zor durumda olduğu için bir tane kredi kartı fotoğrafa attım. Bu durumla bizim ülke değiştirmemizin ne alakası var?” Bu sefer çok ciddi bir ifadeyle gözlerimin içine baktı ve dedi ki, “ O arkadaşlarına attığın kredi kartı var ya o kredi kartı, senin rahmetli ‘zengin’ dedenin bize miras bıraktığı her şey vardı onun içinde. Ama artık ne var? Sadece bir plastik parçası. Değersiz, ama üstünde ismimin yazdığı bomboş bir kredi kartı. Sen nereden bilecektin ki zaten böyle şeyler olabileceğini… daha ergenliğe bile girmedin. 17 YAŞINDA ARABA KULLANMAYI BİLE BİLEN BİR ÇOCUKSUN SEN!”
Birisi bana böyle bir şeyin olacağını söyleseydi imkânsız derdim gerçekten. O kadar aniden oldu ki her şey. Beş saat önce Ankara’daki o masmavi denizde yüzen ben, bir anda Meksika’da silah tutmayı öğrenmiştim… Ama şunu da öğrendim ki eğer bir gün bir çocuğum olursa ona asla kredi kartıma dağir bir şey vermeyeceğim.