Mutluluk nedir? Herkesin uğruna savaştığı o yüce hedef değil midir? Yoksa uğraşmadan da sahip olunabilir mi mutluluğa? İnsanlar için mutluluk farklı farklı durumları, duyguları veya gelecek hayallerini ifade etmiştir. Fakat mutluluk, Felix’in kapısına pek uğrar bir komşu olmamıştı. Onun için her zaman orta seviyede duygular vardı. Ne fazla sinir ne de fazla heyecan bir şey ifade ediyordu onun için.
Çevresi nedeniyle üzgündü belki, ya da kendisindeydi asıl sorun. Bunu asla çözememiş olsa da yaşayıp gidiyordu bir deyişle bu kısa ve ona göre anlamsız hayatı. Başına büyük olayların gelmemesinden dolayı uç tatları hiçbir zaman alabilecek fırsata sahip olamamış olsa da bu halinden memnundu. Fakat bir gün bir kıvılcım çakmaya başlamıştı içinde. Sokakta yürürken çöpün yanına atılmış, eski püskü, diğerlerinin değişine göre farklı olan bir cep saati gözüne çarptı. Bu cep saati ne gereğinden fazla büyük ne de çok küçüktü. Üst kapağına değişik semboller kazınmıştı ve bir şeyler yazıyordu fakat farklı bir dildeydi, alt kısmına ise birkaç çizik atılmıştı sadece. Felix, içini açtığında ise önüne tuzla buz olmuş camlar döküldü. Kimsenin bu saati istemeyişi belli olmuştu. Fakat Felix’e bu saat esrarengiz ve ilginç geldiğinden, yanına aldı ve eve doğru yürümeye devam etti. Annesine saati gösterdiğinde annesi bir tamirciye gidebileceklerini söyledi.
Günler eskisi gibi birbirini kovalamaya devam ederken Felix ise hâlâ hayatın anlamını kendi çapında aramaya devam ediyordu. Fakat kim bulabilmişti ki Felix bulsun. Tanıdığı mutlu gözüken kişilere sorduğunda hepsi de farklı farklı ama Felix’e göre mantıksız olan cevaplar verdiler. Kimisi bir aileden bulabilmişti, kimisi bir evcil hayvandan. Fakat gerçek hayat amacı bu kadar basit olabilir miydi? Bulunması zor ve büyük bir fikir değil miydi bu büyük mutlak gaye? En azından Felix için hep bu gibi gözükmüştü.
Kendi benliğinizin içine girip bulabileceğiniz bir şeyken hayatın gayesi, ne işe yarardı ki başkalarına sormak? Felix tam da buna karar verdi. Bunu ancak kendi bulabilirdi ve başkalarınınkiyle karşılaştırmak olanaksızdı. Kendi kendine düşünmeye başladı. En basitinden onun için hayat neydi? Felix hayatı hep anlamsız bir süreç olarak görmüş olsa da kafa yorunca aslında içinde bir sürü küçüğünden büyüğüne, karışığından basitine, mantıksızından mantıklısına farklı farklı güzellik içerdiğini anladı. Onun güzellikleri yoktu fakat bu bulmasına engel değildi.
Bir yaz günü bu güzelliklerden ilkini bulabildi: akşama doğru hafif rüzgâr esintisinde, sokaklar boşken, müzik dinleyerek bisiklet sürmek. Bu küçüktü, basitti ve mantıklıydı. İkinci güzellik ise yine yazın geldi: akşam yağmur yağarken denizde yüzmek. Üçüncü güzellik sevdiği bir tatlıyı yiyebilmekti. Bu basit güzellikler birbirini takip ettikçe Felix’in hayat amacı arayış serüveni biraz daha yakına gelmeye başlamıştı.
Bir gün Felix, hayat gayesinin aslında bu güzelliklerden zevk almak, hayatı sonlu olarak kabul edip elinden geldiğince dolu dolu yaşamak olduğunu anladı. İşte tam o günlerden birinde saatinin çalışmadığını anladı. Üstündeki yazıyı çözememiş olsa da o yazı, onun için bir güzelliğin daha simgesini taşıyordu. Bir cep saatiydi ama mutlu olduğun zamanı anlıyordu ve o zaman kendiliğinden duruyordu.