Birbirinden farklı renge bürünmüş çiçeklerin oluşturduğu bir çiçek bahçesinin içinden yürüyordum. Bahçenin sonu belli değildi. Bir nur ışığı inmişti. İlerisi görünmüyordu. Yürümeye devam ettim. Yürüdüm, yürüdüm ve biraz daha yürüdüm. Bitmek bilmiyordu bu gül bahçesi. O sırada birdenbire bir bisiklet ortaya çıkıverdi. Hemen üzerine atladım ve sürdüm, biraz daha sürdüm, ve biraz daha. Hala göremiyordum ilerisini. Bahçeden çıkmam pek mümkün görünmüyordu. Sürmeye devam ettim. Daha hızlı sürdüm. Nihayet bahçeden çıkabilmiştim. Bahçeden çıktığım anda aslında kocaman bir dağın eteğinde olduğumu fark ettim. Dağın bitiminde de bir göl vardı. Etraf yemyeşil ağaçlarla doluydu. Hava günlük güneşlikti. Ormanın kokusu hoş geliyordu burnuma. Derin bir nefes aldım, gölün yanına vardım.
Gölün kenarında bembeyaz, küçücük bir sandal vardı. İçinde de bir kitap. Ancak kitabın ne kitabı olduğunu anlayamıyordum. Harfler bana değişik geliyordu. Kitabı elime aldım ve sandala bindim. Sandal kendi kendine yüzmeye başladı. Sakin sakin ilerliyorduk. O sırada kitabı okuyayım dedim, nasılsa etraf çok güzeldi. Cıvıl cıvıl öten kuşlar, sakin bir su sesi, ılık ılık esen rüzgar… Resmen cennette gibiydim. Açtım kitabı okumaya başladım, lakin harfleri okuyamıyordum. Farklı bir alfabe ile yazılmış gibiydi. O sırada gölün dalgaları hareketlenmeye başladı, gri bulutlar gökyüzünü kapladı, cıvıl cıvıl olan kuş sesleri yerini ürpertici bir sese bıraktı. Birdenbire gökyüzünden kan yağmaya başladı. Sandalı dengede tutmaya çalışıyordum. En sonunda denize düştüm. Sandala çıkayım derken bilincimi kaybettim.
Uyandığımda kayalıklardaydım. Kendime gelince ayağa kalktım. Toparlandım, etrafa baktım. Arkamda yıkılmış bir Anıtkabir duruyordu. Gözlerime inanamadım. Anıtkabir’e doğru yürüdüm. İçeri girdim. Tavandaki eski motiflerin bir kısmı dökülmüştü. Kolonların birçoğu yıkılmıştı. Fırtınada o da yıkılmış demek ki. Bir şekilde düzeltmeye çalıştım. Eskisinden daha iyi görünüyordu. Kolonları kaldırırken bir not buldum. İçinde “Sandalla göle açıl, bir ada göreceksin oradaki bayrağa ay yıldız çiz.” yazıyordu. Denileni yapacaktım ama ya tekrardan fırtına olsaydı? Biraz düşündüm en sonunda adaya gitmeye karar verdim.
Sandalıma atladım. Kendi kendine rota belirleyerek yüzmeye başladı. Bu sefer kitabı açmayacaktım. Zaten okuyamıyordum, harfler anlamsızdı. En sonunda çok küçük bir kara parçasına vardım. Sandalımdan indim karşımda kıpkırmızı bir bayrak vardı. Kan yağmurundan kıpkırmızı olmuştu. Üzerine ay ve yıldızı düzgün bir şekilde çizdim. Sonrasında ada büyümeye, göl de küçülmeye başlamıştı. Ada o kadar çok büyüdü ki gölün tamamını kapladı ve göl tamamen kurudu. Sonrasında bisikletime doğru yürüdüm. Sonra geldiğim gül bahçesinden tekrar geçerek upuzun bir yola koyuldum.