Herkes etrafta koşuşturuyordu. Ailemin nerede olduğundan emin değildim. Babam bana, bu olayın olabileceğini tahmin ederek, olaydan çok daha önce buradan olabildiğince uzaklaşmamı söylemişti. Acilen buradan uzaklaşmam gerekiyordu. Şu an dünyada güvende olabileceğim tek yerin İsviçre olduğunu araştırmalarım sonucu öğrenmiştim.
Olaylar epey karışık. Bu yüzden size ne olduğunu anlatabilmem için her şeyi başından itibaren biliyor olmanız gerekiyor. Anlatmaya başlıyorum; Her şey insanların yönetim şekillerinden memnun olmamalarıyla başladı. İnsanlar onları yönetenleri ve genel olarak onlara ne yapmaları gerektiğini söylemeleriyle başladı. Bazı başkanlar artık ülkelerinde özgürlük gibi bir kavramın olmamasını istediklerini ve bir ülkeyi, başkalarının fikri alınmaksızın, sadece başkanın yönetmesi gerektiğini otaya koyup bunu halka sormaksızın sadece onlara açıklayarak sürdürmeye başladılar Halk tabii ki de buna karşı çıktı. Fakat yapabilecek bir şeyleri yoktu. Devlet bu durma karşı çıkanları ölümle tehdit ediyordu. Bu durumu fark eden diğer ülkelerin başkanları çok fazla tepki veremediler. Durum ortadaydı eğer onlar buna itiraz ederlerse ülkelerini o şekilde yürüten devletler onlara savaş açma durumunda kalacaklardı. Ama bazı ülkeler sıkıntısız bir şekilde herkesten uzakta yaşamaya devam etti.
İşte tam da bu noktada ortaya su ve yemek sıkıntıları çıktı. Son yüzyılda hiç görülmediği kadar fazla miktarda doğal afet yaşanmıştı. İlk başta depremler artmıştı. Bu depremler yüzünden bazı bölgeler kapatılmış durumda ve ne yazık ki kapatılan bölgeler genel olarak en çok tarımcılığın yapıldığı bölgelerdi. Bu şekilde yıllık yemek ihtiyaçlarımızı karşılayan bölgelerin %57 sini kaybetmiş olduk zaten. O kısımlarda yaşayan insanların başka bölgelere gitmesiyle de bölge başına düşen insan sayısı artmış oldu. İnsanların birbirleriyle daha yakın halde olmaları hastalıkların da daha hızlı şekilde yayılmasına yardımcı oldu. Sonrasında büyük seller başladı. Bir anda çok fazla yağmur yağıyordu ve evler yıkılıyordu. Evler yıkılınca insanlar ölüyordu ve bu insanları bir şekilde gömmek ya da daha çok devletlerin yaptığı gibi herhangi bir yere atmak gerekiyordu önemli olan kısmı artık onların ölmüş olmalarıydı ve başkalarına hastalıklarının bulaşması istenmiyordu. Bu yüzden ölüler en yakın “kapatılan bölge”ye atılıyordu.
Sonrasında herkesin delirme noktasına geldiği büyük olay yaşandı. Ülkelerin başkanları diğer ülkelere ve genel olarak insanlara yaptıkları şeytanice şeylerin sorumluluğunu üstlenemeyip intihar etmeye başladı. Dünyadaki neredeyse her başkan intihar ettikten sonra kalanları savaşmaya başladı. Birkaç ülke dışında hepsi savaşıyordu ve hiçbiri neden savaştığını tam olarak bilmiyordu, sanırım şu an ellerinde hiçbir şey kalmamıştı ki birbirlerini öldürmek istiyorlardı. Bunların hepsi sadece bir haftada yaşandı ki bu bizi bugüne getiriyor.
Bu savaş ortamından acilen çıkıp İsviçre’ye giden bir uçak bulmam gerekiyordu. Ki büyük ihtimalle burada daha uzun süre kalırsam ya öldürülecektim ya da birilerini öldürmeye zorlanacaktım. Ailem nerede bilmiyorum fakat onlarsız hareket etmem gerekiyor. Bir saat içinde İsviçre’ye doğru hareket edecek bir uçak oluğunu biliyordum. Otobüsle hava limanına gittim. Bizim ülkemizdeki hava limanını bir çeşit barış yanlısı grup ele geçirmişti bu yüzden hala uçakla insanlar bir yerlere kaçabiliyorlardı. Uçağa tam vaktinde yetiştim. Uçağa bindiğimde yapılan anonsla irkildim. Duyduklarıma inanamadım! Pilot bize uçağın kalkamayacağını çünkü devletin hava limanını tekrar ele geçirdiğini anons etti. İşte o an ağlamaya başladım. Artık hiçbir umudum kalmamıştı.
Hüngür hüngür ağlıyordum. Sonra bir andan etrafta bir melodi çalmaya başladı, çok tanıdık bir melodi. Gözlerim ağırlaşmıştı. En sonunda gözümü açabildiğimde annem bana okula geç kaldığımı bağırıyordu. En azında bütün o rezalet olaylar sadece bir rüyaydı. Sadece bir rüya…