Bencil bir insan olabileceğim gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım yakın zamanda. Kendi isteklerim için diğerlerinin mutsuzluğuna sebep olabilirmişim! Peki bencillik anlatıldığı kadar da kötü müdür gerçekten? Yoksa abartır mı toplum? Umarım abartıyorlardır, çünkü eğer sevilmek istemek bencillikse bu dünya hiç adil bir yer değildir.
Sevildiniz mi hiç? Bağımlılık gibi olduğunu söyler insanlar, ben deneyimlemediğim için yalnızca betimlemelerini bilirim. Ailem tarafından sevildim elbet ama ailede sevgi zorunluluktu her zaman benim için, seçenek değil. İnsan ailesini sevmeden olabilir mi, sanmam. En azından benim gözümde mümkün değil bu. Benim bahsettiğim sevgi o yüzden anne babanızdan gelen sevgi değil; arkadaşlardan, sevgiliden, çevrenizdekilerden gelen sevgidir. Sevildiğimi sandığım çok oldu, yanlış anlamayın. Ve emin olun ki bazı insanlar gerçekten seviyormuş gibi yapmakta çok iyi, fakat onların yalanları da elbet bir gün ortaya çıkıyor. Bir arkadaşım tarafından sevildiğimi hiç düşünmüyorum şu ana kadar. Elbette benimle olduğu zamanlarda gülen arkadaşlarım oldu, fakat beni sevip sevmediklerini sorarsanız, size yediğim kazıkların listesini değil destanlarını yazarım. Seven insan kazık atar mı derseniz, bence atmaz. Seven insan zarar verebilir, ama özür diler, bilerek zarar vermez, ve verdiği zararın şiddetinin farkında olur. Bana kazık atan çok arkadaşım oldu, fakat hiç biri az önce söylediğim üç koşulun üçünü beraber karşılamadı, ki bazıları üçte sıfırla sınavdan kaldı, onları saymayacağım bile. Sevgiliyle ilgili kısma gelirsek de şimdiden duyabiliyorum nasihatları: “Ama çok gençsin ki, zamanın bol!” ya da “Kendini limitleme bu kadar kısa süreye, daha önünde upuzun bir hayat var!” hatta “Belki de sen çok bekliyorsun, büyüyünce alışırsın!” Ama anne, Jale Teyze, İlkim Abla, ben kendimi limitlemiyor, çok da beklemiyorum ki! Ben demiyorum hayatımın aşkını bulayım hemen şuracıkta, şu anda; yalnızca diyorum ki kitaplarda, televiyzonlarda, etrafımdaki arkadaşlarımda gördüğüm gibi sevilmek istiyorum. Demiyorum ki bunun en mükemmel, en anlamlı, en muhteşem aşk olması lazım! Yalnızca istediğim bir insanın bana ev gibi gelmesi, benim yanımda mutlu olması, arkadaşlarına benden bahsetmesi, benimle saatlerce konuşabilmesi, bana baktığında “Ne kadar güzel…” diyebilmesi. Bunları istemek çok mu bencilce, çok mu uzak mümkünattan? Öyleyse eğer, niye diğerlerine mümkün de bana değil, benim ne suçum var, ne yaptım da ben sevgiyi hak etmiyorum? Bir insanın beni sevdiğine inandırmak için aylar hatta yıllar boyunca kendimi rezil etmeye razıyken niye biri beni sevmeye razı olmuyor; o kadar mı sevilmez, o kadar mı itici, o kadar mı çirkin, o kadar mı kabayım? Artık bıktım. İyi ki çözümümü buldum, en azından öyle sanıyordum.
14 Şubat gecesi bu sene Aslan burcunda dolunaydı, sanki evren benim çığlıklarımı duymuş, bıkkınlığımı artık kabullenmiş ve bana bir mucize gibi gezegenleri yerlerine getirmişti. Artık psikologdur, makyajdır, kişisel gelişim kitabıdır, şudur budurdan bıktığım için ben de her genç kızın yapacağını yaptım, dolundayda bir ritüel düzenledim. Zaten yıllardır akademik başarı için, psikolojik sağlığım için (elbette ki bu konu dışında) ve kendim ile sevdiklermin koruması için bu tarz işlerle ilgilenmiştim, ne de olsa ailemde vardı. O yüzden ne yapmam gerektiğiyle ilgili birkaç fikrim, ve büyük babaannemden kalan defter vardı. O defterden bana en uyan ritüeli seçip kendime, inançlarıma, ihtiyaçlarıma ve çağımıza göre biraz düzenlemeler yaparak işe koyuldum. Aylardır bunun için hazırlık yapıyor, malzeme topluyor, dualarımı kelimesi kelimesine mükemmelleştiriyor ve enerjimi topluıyordum. İster inanın, ister inanmayın bu tarz şeylere; fakat bildiğim bir şey varsa o da şudur ki bu çalışmalar ailemde nesillerdir sürüyor, ve kendi gözlerimle gördüğüm üzere işe yarıyor.
O akşam geldi. Heyecanlıydım, fakat hazırdım. Alanımı temizledim, çemberimi açtım, atalarımı ve yardımcı olmak isteyen ruhları çağırdım. Ay ışığı altında, deniz kenarındaydım. Detaya girmeyeceğim fakat önemli detay şu ki bol bol mumlar vardı, ve çoğu Venüs veya Afrodite adanmıştı, kimisi Freya’ya, kimisi Ayzıt’a, kimisi ise atalarıma. Fakat ne olduysa, tam o an, ben mumları üflediğimde oldu. Ve hayır, etrafımda rüzgarlar dönmedi, mumlar tekrardan kendi kendine yanmadı, dalgalar aniden yükselmedi ve aniden göz kamaştırıcı bir ışıkla güzeller güzeli bir kadına dönüşmedim. Fakat yıllardır yaşamadığım, yalnızca betimlemelerden duyduğum bir hissiyat kapladı içimi: Sevgi. Bir arkadaşımdan veya beyaz atlı prensimden değil, fakat kendimden. O gece, o denizin kenarında ne oldu, neler döndü, gerçek miydi bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim ki, artık kendimi seviyorum, ve bu cümlenin sonuna “galiba” kelimesini getirmek gibi bir ihtiyaç duymuyorum. En komiği ne biliyor musunuz, o geceden beri, kendimi sevmeyi öğrendiğimden beri, insanlar da beni sevmeye başladı. Uzun zamandır kazık yemedim, ki bu inanılmaz bir rekor, emin olun. Bana açılan insanlar, kafeye gitme teklifleri geldi; bazısını kabul ettim, bazısını geri çevirdim. Sağlıklı arkadaşlıklar kurdum, insanlar ile güzel anılar oluşturdum, ve ilginç bir şekilde artık bir arkadaşımı düşününce ön planda o güzel anılarımız oluyor, bana verdiği zarar veya beni ağlattığı zamanlar değil, çünkü o zamanlar neredeyse hiç olmadı.
Peki bunun sebebi kendimi sevmem mi oldu, kendimi sevmek bu kadar kolay mı? Bilemiyorum. Kendimi seviyorum, o kesin, fakat bu kadar eforsuz mümkün olabilir mi? İşte orayı düzeltmek istiyorum. Buraya gelmem kesinlikle ve kesinlikle “eforsuz” olmadı. Buraya gelmem yıllarımı, litrelerce gözyaşımı ve binlerce odama kapanarak harcadığım saatimi aldı. O mumlar yalnızca beni iten son etkenlerdi, artık limitleyici noktayı geçmiştim sürtünme/zaman grafiğinde, artık harekete geçmiştim.