İş hayatı hiç de beklediğim gibi değildi. Çalıştığım yerde bir yerleri silmediğim kalmıştı, maaşım iyiydi fakat gerçekten çok yorucu bir işti. Kolay olmasını beklememiştim zaten ancak en azından biraz merhamet edebilirlerdi. Hayallerimi gerçekleştirmek için ailemden uzakta, başka bir şehre taşınmıştım. İlk başlarda çok hevesliydim heyecanlıydım ve bana denilen her şeyi ne olursa olsun yapmaya çalışıyordum. Çalıştığım yerin patronu da bu çabamı görmüş ve beni bulunduğum konumdan çok daha yukarılara çıkarmıştı. Ne yazık ki büyük iş, büyük bir sorumluluk demekti. Haliyle bende yoruldum ve patrondan tatil izni istedim. Sıkı çalışmalarımın bir karşılığı olarak kabul ettiğinde mutluluktan havaya uçmuştum.
Ailemin yanına, eskiden birlikte yaşadığımız sahil kasabasına, gidiyordum. Evimdeki eşyaları çabucak toplayıp valize tıkıştırdıktan sonra uzun bir araba yolculuğuna çıktım. Yaklaşık altı saat sonra sahile ulaştığımda arabadan inip nemli kokuyu ciğerlerimin derinliklerine doğru çekmek gibisi yoktu. Temiz hava ile tuz kokusu birbirine karışırken uzaktan koşarak gelen annem ile neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Onu ve babamı çok özlemiştim. Valizimi arabadan çıkarıp bende anneme doğru koştum ve ona sıkıca sarıldım. Her zamanki gibi saçları gül kokuyordu. Keyifle birbirimize gülümseyip evin içine girdik. Her yer aynıydı. Tek değişiklik salondaki yemek masasının üstünde duran bir tabloydu. Salondaki o tabloyu görünce her şeyi hatırladım. Tabloda, küçük bir kız çocuğu elinde kumların üzerine yapışmış olduğu bir yengeci cesaretle tutuyor ve kocaman yeşil gözleriyle ebeveynlerine bakıp gülüyordu. Sarı ve güneşte parlayan saçları iki tepeden toplanmıştı. Arkadaki adam gururla gülerken yanındaki kadın endişeli bir şekilde kızına doğru koşturuyordu. O küçük kızın ben olduğumu hatırlayıp hem duygulu hem de kahkaha atar bir şekilde annemin yanına gitmiştim. Eskiden her gün denize gider ve suya dalıp yeni balık çeşitleri arardım ya da deniz kabuklarını toplar onlardan kendime bilezik ile kolye yapardım. O gün de her zamanki gibi etrafı keşfederken şans eseri bir yengece rastlamış ve peşinden koşarak onu bir ayağından yakalamıştım. Annem ve babam o sırada tekne ile uğraşıyorlardı. Ancak annem bir anlık bana bakmış ve önüne geri dönmüştü daha sonra gördüklerine inanamamış gibi yeşil gözlerini sonuna kadar açarak yanıma kaygı içinde koşmaya başlamıştı. Sevinç çığlıkları atarak gururla anneme ve babama üstü kumla kaplı yengeci gösterip kocaman gülümsemiştim. Babam çok uzakta elini aferin anlamında sallıyordu ancak annem, babam ile aynı düşüncede değil gibiydi. Daha sonra babam bu tabloyu çizip odalardan birine asmıştı.
Ben düşüncelere dalmışken arkamdan gelen nazik ve şefkatli bir ses duydum, bu babamın sesiydi. Ona da sıkıca sarılarak tablodan bahsettim. Mutlu görünüyorlardı ve onların mutlu olduklarını gördüğümde ben de seviniyordum, sanki bütün dertlerimden kurtuluyorum onları her görüşümde. Burada çok kalamayacak olsam da nemli havayı iyice içime çekip tadını çıkardım. En azından anı yaşadım ve ailemle olabildiğince vakit geçirdim. Yengeç yakaladığım o gün oldukça eğlendiğimi hatırlayıp bugünlerde günlerimi sadece şirket ile kaldığım ev arasında mekik dokuyarak geçirdiğim aklıma gelince üzülüyordum. Ancak eğer hayalime ulaşmak istiyorsam bu zorluklara katlanmam, elimden geleni yapmam geriyordu. Hayalim ise kendi şirketimi açıp kendimin patronu olmak, böylece istediğim zaman işlerimi ona göre ayarlayıp buraya, ailemin yanına gelebilirim. Bu benim en büyük hayalim.