Özellikle son yıllarda dikkatimi çeken pek çok şey var yaşadığım çevrede. Üstelik sadece kendi çevrem de değil bütün dünyayı kastediyorum. Eskiden şöyle bir dışarıya baktığım zaman bir duygu kaplardı içimi. Kötü bir şey değil, aksine oldukça samimi. Ancak maalesef günümüze dönersek eğer değil o his, gördüklerimin rengi bile eskisi gibi değil artık. Tıpkı filmlerdeki ” hayalet ” olarak nitelendirilen o renksiz, soluksuz dünyalara benzemeye başladı. Peki ya her şey tam da şu anki dönüşmekte olan dünya gibi başlasaydı, ya dünyanın sınırlı renkleri olsaydı ne olurdu?
Bence üç renk çoğu zaman yeter bir dünyayı anlatmaya. Yeri geldiğinde nefes olacak, yeri geldiğinde umut olacak, kimi zaman da bir maske olacak renkler lazım. Bence bunlardan ilki siyah. Siyah çünkü maske olması için, kusurları kapatmak, kötüleri görmememiz için. Kadın cinayetleri, istismarlar, şiddet, hayvan deneyleri ve daha nicelerini görmemek için. Çevremizdeki renklerin solmasının başlıca sebebi artık etrafı sadece bolca kırmızının kaplamasındandır. Son birkaç yıldır işlenen bütün bu zalimce suçlar, ruh ve duygu yoksunu var olan bireylerin yaşattığı ve dünyaya getirdiği facialar sonucu çevrede bol miktarda kırmızılara tanıklık ediyoruz. Her ne kadar canlı ve ferah birçok renk bulunsa dahi ne yazık ki bu dünyada olup bitenleri maskeleyebilecek tek renk var: siyah.
İkinci renk bunun tam aksine beyaz olmalı. Çünkü artık hiçbir şeye ümidi, hayali kalmayan insanoğlunun gözüne bir ışık olmasını istiyorum. Baktıkça aydınlık, iyi ve temiz bir çevre görmek ve onun getirdiği huzur hissini tatmalı artık insanlar. Her kötünün karşısına da bir iyinin, her karanlığın karşısına da eninde sonunda bir ışığın vuracağını gösterebilmek için beyazlar da olmalı. Nasıl beyazlarla kaplı bir ev daha aydınlık, geniş ve ferah hissini yaratabiliyorsa dünya da tıpkı dört duvarla kaplı bembeyaz bir ev gibi geniş ve ferah görünmeli yalnız hissetmememiz için.
Kalan son renk ise yeşil. Biraz beklenmedik bir cevap olduğunun farkındayım ancak biraz da somut bir farklılıktan bahsetmek istiyorum. Eski filmleri eminim ki izleyenler vardır ya da belki internette denk gelmişsinizdir bilmiyorum ama görmüş ya da izlemiş olanlar için bir sorum var: Hiç geçmişteki dünya ile şimdiki dünya arasındaki farka dikkat ettiniz mi? Ben ilk gördüğümde fazlasıyla şoka uğradığımı söyleyebilirim. Baktığınızda şahit olacağınız şey geçmişte baktığınız aynı yerin aslında aynı olmaması. Şu anda belki üzerinde yüz tane kule olan bir yer eskiden sadece ormanlık bir piknik alanı ya da yeşil bir vadi… Şimdi ise fotoğraflara yansıyan gri tonlarından başka en ufak bir renk bile yok. Hava, binalar, caddeler, sokaklar… Etrafta ” nefes” diyebileceğimiz, kendimizi bunalmış hissettiğimizde içimizi çekecek bir orman havası, hatta bir ağaç bile yok. Özellikle buraya değinmemin bir sebebi daha var: Son bir, iki yıldır art arda devamlı olarak depremler ve afetler yaşıyoruz. Maalesef ki bunların genel sebebi bu yeşil yoksunluğundan dolayı gerçekleşiyor. Bu nedenle söylemek istediğim son renk yeşil, doğayı ve nefes aldığımızı hissetmek için.