Rağbet Görmeyen Yazar

Güneş doğmaya başlamıştı, kuşların sesiyle kalktım. Yeni umut dolu bir güne. Elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım ve duşa girdim. Duştan çıktıktan sonra köpeğim Melodi’nin mamasını verdim. Ardından kahvaltı hazırlamak için mutfağa yöneldim. Buzdolabını açtım ve bir dilim peynir çıkarttım, yanına da iki tane zeytin koydum. Annem bana küçükken her kahvaltıda süt içmem gerektiğini söylerdi ama ben hiç sevmezdim. Onu, aylarımı verip yazdığım eserleri sıkılmadan okuyan ve beni destekleyen tek insanı, kaybettiğimden beri süt içmeyi alışkanlık haline getirmiştim. Ben küçük bir köyde büyüdüm. Köy okuluna gittim ve şartlarımız o kadar iyi değildi. Abim, ben ve annem evde üç kişi yaşıyorduk. Evi idare edebilmek için abim şehre inip ayakkabıcılıkla uğraşıyordu. Annem arka bahçemizde yetiştirdiği sebzeleri satıyordu, ben ise yazı yazıyordum. Durmadan, kimsenin okumadığını ve sevmediğini bildiğim halde yazıyordum. Sonra şehre inip onları satmaya çalışıyordum. Genelde eserlerim rağbet görmezdi, satılmazdı ama ben bugüne kadar umudumu hiç kaybetmedim ve aradan kırk yıl geçmesine rağmen hala yazıyorum. Kahvaltı ettikten sonra yine masamın başına oturup yazmaya başladım.

Belki de yazmayı kendime bir kaçış yolu edinmişimdir. Her gün yazılarımı yayınlaması için yeni bir yayıneviyle konuşuyorum fakat çoğundan reddediliyorum. Geçen ay bir yayınevine gittim, çok büyük bir yer değildi. Yaklaşık seksen yaşında bir amca kurmuştu. İçeri girince hoş geldin evlat, dedi. Ben sadece gülümseyerek yayımlanması için getirdiğim üç kitabımı masanın üzerine bıraktım. Tek kelime etmedi, yavaşça gözlüğünü takıp okumaya başladı. Yazdığım yetmiş sayfalık kitabı yaklaşık on beş dakikada bitirdi. Gözlerime inanamadım, nasıl bu kadar hızlı okumuştu bilmiyordum. Sonra bana döndü ve “Neden buraya geldin?” diye bir soru yöneltti. “Küçüklüğümden beri yazı yazarım, yayınevlerine giderim ama bir kere bile yüzüm gülerek çıkmam. Dün yolumu kaybettim ve sokak arasına bu dükkânı gördüm. Belki siz bana yardımcı olabilirsiniz diye düşünmüştüm.” dedim. “Yıllar boyu kimi zaman çok bilindik kitapevlerinde çalıştım, kimi zaman da adını duyuramamış yerlerde. Artık belli bir yaşa geldim ve çok yoruldum bu yüzden kendi küçük kitapevimi kurdum. Burayı çok az yazar bilir, fakat senin gibisine hiç denk gelmemiştim. Senin gözündeki ışığı görebiliyorum evlat, bu kadar yıl olmuş sen bu işten vazgeçmediysen ve umudunu yitirmediysen bana da senin adını duyurmak düşer.” dedi yaşlı adam. Bugün tam 1 ay oldu ama ben ne o adamdan ne de kitapevinden haber alamadım. Fakat bugün yazı da yazamıyordum. Şehre inip biraz dolaşmak istedim. Uzun süredir şehre inmiyordum veya gazete okumuyordum. Bir anda bir çocuk gelip imzanızın alabilir miyim, deyip benim kitabımın ilk sayfasını açtı. O an gözümden bir damla yaş düştü.

Hemen koşa koşa yaşlı amcanın yanına gittim fakat dükkânın yerinde satılık ilanı vardı. Yoldan geçen bir kadına sordum ve öldüğünü, ölmeden önce de bir yazarın kitaplarının okunması gerektiğini vasiyet ettiğini söyledi. Bir çiçek alıp mezarına gittim, bugüne kadar verdiğim emeklerin karşılığını ona borçluydum. Eve giderken bakkaldan bir gazete aldım. Gazetenin en arka sayfasında benim fotoğraflarım vardı. Hakkımdaki yazıları okurken asla umudumu kaybetmemem gerektiğini anladım. Her ne olursa olsun sonuna kadar gitmeyi ve pes etmemeyi öğrendim. Sabah bitirmek üzere olduğum kitabı bitirdim ve başına “Bu eserimi benim için yeri çok büyük olan Muhsin Akçakaya’ya ithaf ediyorum.” yazdım. Ardından ışığı kapatıp, güzel bir uykuya daldım.

(Visited 2 times, 1 visits today)