Acaba senin kadar güzeli var mı? O eski yaşanmışlıklar. O kadar savaşa, göz yaşına, ağlamaya ve anne feryadına rağmen dimdik ayaktasın. Peki her defasında seni özlemle anan yüreğimi nasıl bastırabilirim eşsiz Prag.
Prag. Bana göre eşsizliğin, güzelliğin ve eski tarihi dokusunda kaybolabileceğiniz bir yuva gibi. Peki nedir Prag’ı bu kadar güzel yapan? Tabii ki de onu bu kadar güzel yapan ilk olarak tarihi ve yaşanmışlıkları. Prag bundan yedi yüz yıl önce kuruldu ve Bohemya Krallığının Başkenti oldu. Uzun bir süre de öyle kaldı.Ancak bu, 18.yüzyılda Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun işgaline kadar sürdü. Daha sonrasında bağımsızlığını kazanana kadar imparatorluğun sıradan ama bir o kadar da ihtişamlı bir şehri olmaya devam etti. Birinci Dünya savaşından sonra İmparatorluğun dağılmasıyla Çekoslovakya kuruldu ve Prag yeni kurulan bu genç devletin başkenti oldu.
Ülke bağımsızlığını kazandıktan sadece on bir yıl sonra yeniden Alman Ordusu tarafından işgal edildi. Ancak tarihi anlatılara göre Adolf Hitler Prag’ı bombalamaya şehrin güzelliğinden dolayı kıyamamıştır ve sadece işgal ettirmiştir. O savaş yıllarında bile ayakta sağlam kalmaya başarabilmiş şehirlerden biridir. 2.Dünya Savaşının bitiminden sonra Çekoslavakya’da Komünist rejimle yönetilen bir hükümet kurulur. Bu hükümet ise, Prag’da başlayan “Kadife Devrimi” sonucu yıkılmıştır. Daha sonrasında ülke Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölünür. Aynı zamanda 1348 yılında kurulan ve dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan “Charles Üniversitesi” burada kurulmuştur. Buna ek olarak Albert Einstein Bilimsel çalışmalarını ve Profesörlüğünü bu üniversitede yaptı. Prag her zaman bir çelişkiler şehri olmuştur ve günümüzde de olmaya devam etmektedir. Şehir hem tarihi hem de modern sanat eserleri ile –resim, heykel, edebiyat, müzik, tasarım ve mimari- tanınmaktadır, ancak şehir aynı zamanda sağlıklı besinler, birası ve turizm sektörü ile de ünlüdür. Her şeye rağmen, şehir tüketimciliğe de kucağını açmıştır, bunun en iyi kanıtı inşa edilmekte olan alışveriş merkezleri ve zaman zaman New York veya Londra’yı andıran alışveriş mekanlarıdır. Ancak, özellikle de geleneksel turist rotaları olan Eski Şehir Meydanı ve Kale’nin biraz ötesine geçebilirseniz, Prag’ın asıl cazibesi herkes için bir şeyler bulunabilmesidir. Prag’ı tatmanın en iyi yolu, parke taşı döşeli sokaklarda dolaşırken hemen her sokakta bulunan mükemmel mimariyi, yapıları ve kiliseleri gözlemlemektir. UNESCO’nu Doğal Miras ve Dünya Kültür Mirası listesinde sekiz yüz altmış altı hektarlık alan bulunmaktadır. Şehrin tarihi binlerce yıl geriye dayanmakta olup, şehrin ilk olarak (yaklaşık) M.Ö. 200 yıllarında Keltler tarafından kurulduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, ziyaretçiler Kutsal Roma İmparatorluğu zamanından komünist çağa kadar uzanan birçok farklı manzara görebilirler. Prag’ın mimari dokusu, Gotik, Roman, Barok, Rönesans, Modern ve Yeni Sanat Akımından eşsiz örneklerle, kelimenin gerçek anlamıyla tüm ana Avrupa sanat dallarının örneklerine yer vermektedir. Yapıların her cephesi bir usta ressamın veya mimarın çalışmasını sergilemektedir ve bu duvarların ardında Dvořák, Smetana ve Mozart gibi tanınmış Avrupalı müzisyenler çalışmalarını yapmışlardır. Bu çalışmaların böylesine çekici olmasının ardındaki nedenlerden birisi de sahip oldukları dini ve politik motiflerdir. Bunlar arasında ilk sırada kuşkusuz Orta Çağın aristokratik güç merkezi olan Prag Kalesi yer almaktadır. Bir tepenin üzerinde bulunan kale ziyaretçilere muhteşem şehir manzaraları sunmaktadır. Kraliyet ailesinin yardımları sayesinde birçok zengin ve güçlü kişinin ilgisini çeken bir avlu yapılmıştır. Bu insanlar çağı en iyi ustalarını ve sanatçılarını kullanarak yazlık saraylar ve lüks konaklar yaptırmak için servet harcamışlardır. Burada papazlar da rol oynamıştır, ancak söz konusu olan koşullar biraz farklıdır: Bu zamanlarda Bohemya kilise reformcuları ve Katolik partizanların savaş alanıydı. Sayısız kilise, katedral ve manastır bu çatışmanın derecesini ve nihayetinde Katoliklerin zaferini göstermektedir. İşte bu yüzden Prag ‘100 Kuleli Şehir’ olarak adlandırılmaktadır. Habsburg devrinin sanat eserlerinden ve 19. yüzyıl boyunca gelişen milliyetçiliğin açık bir şekilde seçildiği eserlerden hoşlanan Prag sakinleri galerilerini ve tiyatrolarını turistler kadar sevmekte ve sahiplenmektedirler. Ancak entelektüel sanatsal akımlar her zaman baskın değildir: Çek Cumhuriyeti dünyadaki lider bira üreticilerinden birisidir ve Praglılar şehirdeki sayısız bira salonunda içki içmekten veya dumanlı jazz kulüplerin veya rock barları ziyaret etmekten hoşlanırlar. Havel’den Kafka’ya kadar şehrin birçok sanatçısından etkilenen kafeterya kültürü günümüzde tarihe karışmıştır. Dolayısıyla günümüzde daha çok dondurma yiyen, sayısız park alanından birisinde temiz hava alan, Çek imalatı olan Škoda araçlarından birisiyle şehirde gezintiye çıkan ve felsefe tartışan insanları görebilirsiniz.
Kısacası Prag geçmişle geleceği, doğu ile batıyı eşsiz bir şekilde harmanlayabilen nadide bir şehirdir ve yirmi birinci yüzyılın yaşanılabilecek şehirlerinden biridir. Çünkü bu şehirde yaşamak bir bakıma nefes almak ya da mutluluğun tanımlarından biri gibi yani bu şehir hiçbir şekilde anlatılmaz yaşanır. Gidip görmeden kimse kararını vermesin ama bir şeye de dikkat edin çünkü gittiğinizde bir daha geri dönmek istemeyeceksiniz.