İnsanlık hiçbir zaman ders almayacaktır. Hangi konuda mı? Öldürmek, işkence etmek, kötü davranışlar sergilemek (ister kendisine ister bir başkasına). Sigaranın zararlı olduğunu bile bile içer insan, isteyerek yudumlar.
Bir insanın özgür iradesi yoktur irade denilen şey dışarıdan gelen etkenler ile insanın verdiği kararlardır aslında. Hiçbir aldığımız karar özgürce yani kendi benliğimiz ile verilmemiştir. Sahi kendi benliği olmayan biri nasıl kendi kararını versin? Bizim benliğimiz dediğim ruhumuz çevremizdeki insanların hareketleri, sözleri tarafından inşa edilmiştir ve bu durumda bizim bir emeğimiz yoktur. İnsan çocukken evinde şiddet görür şiddet uygular, nefret görür nefret eder. Doğru insan doğduğunda yetiştirilir, çocukken tohumları ekilir, yetişkin olduğunda yeşerir.
Atalarımızın birçok sözü vardır yaptığımız hataları bir daha yapmayalım diye, kendileri kendi sözlerine uymadıkları halde gelecek nesillere nasihat veriyorlar. İnsanlık değişmez, gördüğünü yansıtır. Islah
edilmeyen varlıklarız biz. Bir fareyi bir kafese koyun, labirent oluşturun. Labirentin bir kısmını kırmızı ile boyayın diğer kısmını yeşil ile. Fare her yolu deneyecektir ve bir yerden sonra farenin kırmızıyı denemesinin bir anlamı kalmadığını anlayacaktır. Lakin bir “üstün” varlıklar bile en küçük bir şeye kanıyoruz. Mesela aşık olmak; bir defa acı çeken insan ikinci olur belki dermişcesine tekrar acı çekmeye koşuyor. Başarısız olan insan oturmaya devam ediyor. Niye? Mark Twain “İnsan Nedir?” kitabında bu konuları hem yargılamış hem de bir çok açıdan değinmiştir. Neredeyse ahlaki değerlerimizin bir hayvandan daha düşük olduğunu bile savunur. Biz kendi varlığımızı bu kadar el üstünde tutarken gözlerimizi kapatırız aslında gerçeklerden kaçmak için. Çünkü insanoğlu kaldıramaz seviyemizin bu kadar düşük olduğunu öğrenmeyi.
İnsan oğlu hayvanları öldürmekten kendi türünden olanları öldürmeye geçmiş varlıklardır. Birkıskançlık duygusunun doğurduğu öldürmek faaliyeti şimdi ki zamanın en büyük suçlarından, sorunlarından biri. Bir de yetmezmiş gibi insanlar çeşitlendiriyor, sanki oyun oynarmışcasına yeni şeyler ekliyor, ritüeller koyuyorlar. O kadar alışılmış bir şey haline gelmiş ki, yaparken sonrasını düşünmüyorlar. Ne hapisse gireceklerini ne de bir başka şeyi. Öldürmeyi bile masum kılabilen bir tek insan olarak John Steinbeck‘i bildim ben. İnsan kadavraya bile bakıp gülebilecek bir varlık haline gelmiştir.
Başkalarını öldürmeyi bir yana bırakıp kendisini öldürmeye çalışıyorlar. Birinci denemeleri tutmayınca ikinciyi, üçüncüyü, dördüncüyü deniyorlar sonra ölemedikleri için hayata kızıyorlar. Her şeyden pes eden o insan ölmeyi denemekten pes etmiyor, peşini bırakmıyor. Çok ironik gelir bana bu durum. Bir de kendisini öldürmekten korkan insanlar vardır, bunlar ise daha değişik yöntemler bulurlar; ötenazi mesela. Sırf alkole boğar kendisini zihinlerini susturmak için, her seferinde de alkolün etkisi bitince geri hallerine döneceğini bile bile. Uyuşturucu alırlar kendi dünyalarını yaratmak için lakin insan görmediği, bilmediği şeyi yaratamaz, yine bu “lanetlerine” döneceklerini bildikleri halde. Bazılarıysa uyumayı tercih eder bu kabustan uzaklaşmak amacıyla derken başka birine geçerler, gözleri güzeli görmeyen insanın zihni güzeli de hayal edemez ki. İnsanın aynı hatalarını tekrar tekrar yaptığını anlatan bir alıntı;
“-Neden gözlerin kapalı yürüyorsun?
-Bütün yolları ezberledim.
-Ama düşebilirsin!
-Bütün düşüşleri de ezberledim.” – Lars von Trier
Ölümden vazgeçmeyen kişilerin bir çoğunun sakat kaldığı çok görülmüştür, bazıları buna Allah’ın işi, kader ve benzerleri diyorken ben isimlendirmeyi tercih etmiyorum. Geçmişten ders almayan kişinin işi geleceğe ibret olmaktır.