Perdenin Ötesi

Biz mükemmeli arayıp dururken yapbozun parçaları hep eksik kalacak. Bitmek bilmeyen umutlar taşıyan ruhlarımız hayal kırıklıklarıyla dolu. Dünya’mız başımıza yıkıldı, bildiğimiz bütün doğrular yanlış çıktığında, yaslandığımız tek doğrunun kendimiz olduğunu fark ettiğimizde…

İlk başarısızlığımızla karşılaşana kadar eksikliklerimizle yüzleşmemiştik daha. Kafamıza “en” kavramı çoktan yerleşmişti fakat herhangi bir şeyin en iyisi gerçekten var mıydı? Mesela bir şeyin en büyüğü, en küçüğü veya en güzeli olabilir miydi? Veya dünya üzerinde yaşayan herhangi bir insana en akıllımız, en başarılımız diyebilir miyiz? Bu sorununun cevabını veremememize rağmen hayatımız boyunca bir konuda en iyi olmak için çabalarız. Biz karşılaştırılmayı çok severiz. Başarılarımız bile buna göredir kendi sistemimizde. Belirli dersler arasında en yüksek notu alanlar başarılıdır ya da kitabı en çok okunan yazarlar, başarılıdır. Biz kendimize bir sistem kurmuşuz herkesi buna göre nitelendiriyoruz. İşin üzücü yanı ise sistemimizin doğruluğundan hiç şüphe duymamamız, perdenin ötesini göremememiz…

 Küçükken her şeyi yapabileceğimize olan inancımız tamdır. çünkü kusursuz bir varlıkmışçasına muamele görürüz. O zamanlar hayatımız daha küçük bir çerçeveye sığdırılmaya çalışılmaz. Fakat başka bir sorun vardır ki ileride belki de hayatımız boyunca peşimizi bırakmayacaktır: mükemmeli aramak. Zayıf olmaktan nefret ederiz, hep eksikliklerimizi kapatmaya, tamamlanmaya çalışırız. Bazılarımız hiçbir zaman tamamlanamayacağını bilmesine rağmen bu çabasından vazgeçemez. Kolay da değildir zaten bildiğiniz bütün doğruların yanlış olduğunu kabullenmek.

 Kendimizi tamamlama çabalarımız bizi tatmin etmediğinde önce başkalarını aşağılamaya başlarız. Eksikliklerimiz canımızı yaktığında başkalarını yargılayarak bir tür üstünlük savaşına gireriz. Kazananın olmadığı bir savaş… Bu noktada kendimizi de aşağılamaya başlarız. Bazen kendimize çok kızarız, bazen utanırız. Bazense kendimize hayran oluruz, benliğimizi gözümüzde büyütürüz ve övünmeye başlarız. İnsanın sosyal bir varlık olmasının en büyük dezavantajlarından biri kendisiyle baş başa kalmasındaki zorluktur. Yaptığımız işlerle övünürüz hatta övünmek için yaparız o işleri. Takdir edilmek isteriz, sadece kendimizin veya bir başkasının iyiliği için çok az şey yaparız. Sessiz sedasız yardım etmemiz gerek önce kendimize sonra başkalarına.

Perdenin ötesini, gerçeği görmek gerek, çerçeveden çıkmak gerek. Bizi kendi hayatlarına hapsetmelerine izin vermediğimiz zaman kurtulacağız, kurtarılmayı beklemediğimiz zaman… Biz ne zaman yapabileceğimize olan inancımızdan vazgeçtik? Büyüdükçe anlamsız bir üstünlük savaşına girmemize, mükemmeli aramamıza rağmen yapabileceğimize olan inancımız da bir o kadar azdır. İnsanlar geçmişe takılıp geleceği düşünürken şimdiyi, yaşamayı unuturlar. Bu bekleyiş ve arayış arasında gidip geliriz, kendimizi unuturuz. Hayallerimizde kayboluruz…

(Visited 87 times, 1 visits today)