Toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkeklerin biyolojik farklılıklarının yanı sıra; onlara toplumun verdiği, sahip olunan kültürün, inançların, beklentilerin ve benzeri etmenlerin göz önünde bulundurularak onlara uygun görülen davranışlardır. Bu davranışlar belirli bir yaştan itibaren öğrenilmeye ve uygulanmaya başlar. Toplumsal cinsiyet rollerinin büyük çoğunluğu toplumda kadın erkek eşitsizliğine yol açar, cinsiyetlere karşı daha çok ön yargı ve daha büyük beklentiler oluşturur; ancak bu rollerin toplumda düzeni sağladığını savunan da bir sürü yazılı kaynak ve araştırma vardır, onların arkasında da bu tezi destekleyen binlerce insan.
Toplumda erkekler kamusal alanda rahatça yer bulabilmektedir. Aynı şekilde kadınlar ise ev işleri yapmaya, evde çocuklarına bakmaya ve yemek yapmaya daha uygun görülürler. Benzer şekilde doğmaya yakın bebeklerin cinsiyetini açıklamak için yapılan partilerde veya bebek doğunca ona giydirilen giysilerde tercih edilen renk de toplumsal cinsiyet rollerine örnek olabilir. Erkeklerin saç kestirmesinin ya da pembe gibi açık ve canlı renkli kıyafetler giyinmemesinin; kadınların da saçlarını uzatmasının beklenmesi gibi bizim “normal” dediğimiz daha birçok şey aslında toplumun cinsiyetlere verdiği roller arasındadır.
Toplam 4 kıta, 10 ülkede (Almanya, İngiltere, Singapur, Çin, Hong Kong, Tayland, Avusturalya, ABD, Malezya ve Endonezya) yapılan bir araştırmada insanlara en sevdiği renkler soruldu. Elde edilen sonuç ise en çok sevilen rengin mavi olduğunu gösteriyor. Mavi, yıllardır erkekleri temsil etmek için kullanılan bir renktir. Erkeklerin yüzde 40’ının, yani büyük bir çoğunluğunun da bu araştırmada mavi rengi seçtiği biliniyor; kadınlarınsa yüzde 27’sinin. Bu da bize küçüklükten beri empoze edilen cinsiyet rollerinden kaynaklanmaktadır.
Toplumda düzeni sağladığı düşünülen toplumsal cinsiyet rolleri, birçoğunun düşündüğünün aksine toplumdaki ayrımcılıkları artırır. Bu da eşitsizliğin en büyük sebebidir. Kadınlar “güçsüz” görüldüğü için bazı mesleklerde kadınları neredeyse hiç göremeyiz: makinistlik, pilotluk, askerlik, itfaiyecilik, tesisatçılık… Bu işleri yapan kadınların çok az olması, aslında erkeklerin güçlü ya da kadınların güçsüz olmasından kaynaklanmıyor. Toplumumuzun hala cinsiyet eşitliğine inanmayıp ayrımcılık yapacak kadar gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor. Söz konusu güç, fiziksel güç ise kadınlar da kendini eğitebilir, tıpkı güçlü sayılan her birey gibi.
Bir rengi sevip sevmemek, bir şeyi giyip giymemek, oynanılan oyuncaklar, zaman geçirme şekli, hobiler ve bunun gibi daha birçok şey aslında tamamen zevkimize kalmış. Toplum tarafından uygun görülenlere göre hayatımızı şekillendirmek, düzeni sağlamaz; sadece ayrımcılığa ve karışıklılığa yol açar. Çevremizdeki insanların zevklerine, kararlarına ve tercihlerine saygı duyarak eşit bir şekilde yaşamaya alışmalıyız.