İslam Dininde Paylaşmanın Önemi
Toplum varlığının sağlıklı ve huzurlu bir şekilde sürdürülebilmesi için toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve bireyler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır. Bir toplumda fakirlerin ve zenginlerin bulunması tabiidir. Ancak tabii olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemeleridir. Niteliğ i her ne olursa olsun haklara riayet edilmemesi beraberinde toplumsal yapı lanmada huzursuzluk doğuracak maddi ve manevi çatış malar ı getirecektir. Bu itibarla zengin ve fakir arası ndaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin, fakirin da ha fakir olması nın engellenmesi ve söz konusu olabilecek duygusal hatta fiziksel çatış manın önlenmesi toplumun buna bağ lı olarak da bireyin huzuru için kaçınılmazdır. Bu sebepledir ki Yüce Kitabı mız Kur’an-ı Kerim’de, söz konusu gerilimin potansiyel varlığı ima edilerek bunun engellenme ve giderilmesine yönelik düzenlemeler yapı lmıştır. Nitekim ideal/model mümin için kullanılan “muttaki” statüsündeki kimselerin özellikleri sıralanırken “ Onlar, varlı kta ve yoklukta Allah için infak ederler …” buyrulması, toplumun muhtaç kesimleriyle paylaşma özverisinin ne derece öneme sahip olduğunu vurgulaması açısından dikkat çekicidir.
Gerçek şu ki, İslam dini, başlangıçtan itibaren yoksulluk meselesi ile ilgilenmiş, mensuplarına, yoksulların durumlarını iyileştirmek üzere dini literatürdeki karşılığı her ne olursa olsun kimi mecburi, kimi ihtiyari bazı sorumluluklar yüklemiştir. Zenginlerin muhtaç akrabaya bakma (nafaka) mecburiyeti, komşu hakkı, kesintisiz hayırlar (sadaka-i câriye- vakıflar gibi), zekât, fitre ve kurban, bu ödevlerin başlıcalarıdır.
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim ve gönüllerimizin sevgilisi Peygamberimizin hadislerinde, değişik vesilelerle Müslümanların Allah için infakta bulunmaları dini bir görev olarak dile getirilmektedir. “Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” buyurularak, zenginin malında muhtaçların hakkı olduğu belirtilmek suretiyle zekât veya zorda kalan muhtaca yardım sadece zenginin insafına terk edilmemiş, onun bir lütuftan öte yerine getirilmesi gerekli bir görev olduğu vurgulanmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’in en çok üzerinde durulduğu ve teşvik ettiği hususlardan biridir. Allah’ın verdiği rızkın paylaşılmasıdır. Allah’ın verdiği rızkı muhtaç durumda olanlarla paylaşma, Müslüman’ın en önemli özelliklerinden biridir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin eğitim ve gözetiminde yetişen İslam’ın ilk kuşağı Sahabe, paylaşma ve yardımlaşmanın en güzel örneklerini vermişler. Öyle ki Kurân-ı Kerim, onların bu örnek tutumunu övmektedir. Gönül dünyasında herkese yer veren Rahmet elçisi, yoksulları n geçimiyle bizzat ilgilenir, imkânları nispetinde onların bakımını sağlar, kendisinde yoksa diğer Müslümanları buna teşvik ederdi. Onun hayatına bakıldığında bu tür örneklerle karşılaşmak hiç de zor değildir. Ahlak numunesi Peygamber, insanlara sadece malını değil gönlünü de açmış, onunla birlikte olanın sadece gözü değil gönlü de doymuştur. Daha sonraki kuşaklar da Kur’ân ve Kutlu elçinin rahmet yüklü sözleri ekseninde şekillenen infak ruhunu, asırlar boyu canlı tutmuşlardır. Bu anlayışın tabii sonucu olarak, İslâm tarihinde toplumsal anlamda pek çok hayır kurumu oluşmuştur. Çok çeşitli alanlarda teşekkül eden yardımlaşma ve paylaşma zeminine oturan vakıflar bunun en güzel örneklerindendir.