”Sabah sabah kim bu kapıyı bu kadar şiddetli çalar yahu!” diye söyleniyordu Charlie. Biraz haklıydı da gerçi. Pazar günü sabah saat 6′ da dünyayı uzaylılar basmadığı sürece kimse önemsiz bir devlet memurunu rahatsız etmekle uğraşmazdı. Charlie kendini o kadar önemsiz görüyordu ki, kapıya doğru yürürken gerçekten dünyayı uzaylıların basmış olabileceğini düşündü. Belki de onu 3 yıldır ziyaret etmeyen halası birden onu ziyaret etmek istemişti. Ama Charlie kapıya yöneldiğinde çok daha şaşırtıcı bir şeyle karşılaşmıştı; kapı sonuna kadar açıktı ve karşısında iki tane dev gibi adam duruyordu. Bu adamlar değişik bir şekilde çok fazla benziyorlardı. İkisinin de yüzünde bembeyaz bir boya vardı. Yüz hatları hafif belli olsa da polisler bu adamları bulmak isterse ellerindeki tek bilgi ikisinin de büyük buruna sahip olması olurdu. Adamlardan biri Charlie’ye yaklaşmaya başladı ve Charlie ne yapacağını bilemediği için mutfağa doğru kaçmaya çalıştı fakat dev cüsseli adam onu direkt tuttu ve yere yatırdı. Charlie o kadar korkuyordu ki adamlara saçma sapan şeyler söylemeye başladı. ”Ben geçekten zararsızım. Kendi halinde yaşayan gereksiz bir memurum ben lütfen bırakın gidiyim. Elimde birkaç altın var ama onları bana rahmetli babaanne…” tam cümlesini bitirecekken onu tutan adam Charlie’nin ağzını bir mendille kapattı ve cebine bir ayna koydu. Charlie’nin gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı ve adam o kadar güçlüydü ki hareket bile edemiyordu Charlie. Ağzındaki mendilde narkoz olmalıydı ki Charlie gözlerinin kapandığını hissetmeye başladı. Tam tamamen bayılıyorken onu tutan adam kulağına eğilip şu kelimeleri fısıldadı: şeker bunlar, kontuar, Yunus Han. Daha sonra cebinden bir bıçak çıkarttı ve Charlie’nin boynunu kesti. Charlie gözlerini tekrar açtığında yerde yatıyordu ve evde loş bir kırmızı ışık vardı. Sanki her şey bir rüyaydı ve sonu yokmuş gibiydi. Charlie ayağa kalktığında olduğu yerin kendi evi olduğunu anladı. Vücudu beyninden bağımsız hareket ediyordu. Ayakları onu banyoya yöneltti fakat beyni neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordu. Birileri vücudunu ele geçirmiş gibiydi. Charlie banyoya doğru yol alırken boynunda ciddi bir ağrı hissetti. Banyoya geldiğinde aynaya yöneldi ve gördükleri karşısında çığlık atmak istedi. Boynuna saplanmış bir bıçak vardı fakat ne bir damla kan akıyordu ne de canı yanıyordu. Sonra büyük cüsseli adamlardan birinin bayılmadan önce bıçakla boynunu kestiği aklına geldi. Charlie şaşkınlıktan ağlamak üzereydi. Bulunduğu durum hakkında en ufak bir fikri yoktu ve daha kötüsü vücudunu o kontrol etmiyordu. Sonrasında kolları musluğun yanında duran bir şeker poşetine yöneldi. Şekerleri aldıktan sonra evden çıktı ve dışarıda herkesin evinin süslü olduğunu gördü. Sonra sokağı boylu boyunca yürümeye başladı. Biraz yürüdükten sonra yanından geçen bir grup genç ona ”Dostum o sahte bıçakların modası geçti” diye bağırdı. Gençler bunu söylediğinde Charlie cadılar bayramına ışınlandığını anladı. Nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Rasyonel düşünüldüğünde boynu kesilen bir insanın yaşaması imkansızdı. Belki de ölmüştü ve hiç bilmediği birinin bedeninde tekrar can bulmuştu. Charlie mantıklı bir açıklama bulmaya çalışırken yüz metre kadar ilerde iki tane yüzü bembeyaz adam görmüştü. Charlie çok korkuyordu. Bu adamlar diğer hayatında onu öldüren adamlardı. Charlie koşması gerektiğini biliyordu ama bacakları buna izin vermiyordu. Aksine adamlara doğru yürümeye başlamıştı ve artık korkudan vücudunda yangın çıkacakmış gibi olmuştu. Adamlar Charlie’ye doğru koşmaya başladıklarında bacaklar oldukları yerde durdu ve adamlar artık Charlie’nin yanındaydı. Charlie öylece duruyordu. Adamlardan biri, büyük ihtimalle Charlie’yi diğer hayatında öldüren adam, cebinden bir silah çıkardı ve Charlie’nin kafasına yöneltti. Charlie’nin şaşırdığı nokta ise bunlar yaşanırken kimse bir kez bile o tarafa bakmamıştı. Herkes hayatına devam ediyordu. Sonra adam Charlie’ye ”elindeki uyuşturucuları çabuk yere bırak!” dedi. Charlie elindeki şeker poşetine bakıp ”Bunlar mı? şeker bunlar” dedi ve tam poşeti havaya kaldırıp şekerleri gösterecekken bir silah sesi duyuldu; Charlie yine öldürülmüştü. Bu yaşananlardan tam bir saniye sonra gözlerini tekrar açtı. Kendine gelebildiğinde ise havalimanındaydı. Yerde yatıyordu ve yanında 4-5 yaşlarında küçük bir kız vardı. Bacakları yine beyninden bağımsız bir şekilde hareket etmeye başladı ve ayağa kalktı. Elini tutan küçük kıza baktı ve elini hızlıca çekti. Küçük kızı orada bırakıp hemen bir lavabo bulmaya gitti. Beyni artık mantıklı düşünemiyordu. Neler olduğunun farkına varmazsa çok düşünmekten kafayı yiyecekti. Bir lavabo buldu ve direkt aynaya yöneldi. Şimdi ise hem boynunda bir bıçak vardı hem de kafasında kocaman bir delik. Bir önceki evrende kafasından vurulmuş olmalıydı. Hemen dışarı çıktı ve etrafına baktı. Tekrardan adamlar gelirse ne yapacaktı bilmiyordu. Ki bunu düşünmeye kalmadan tekrardan karşısında o adamları gördü. Ama bu sefer yanlarında bir kadın vardı. Charlie tekrardan buz kesilmişti ve adamların ona doğru gelmesini bekliyordu. Sonunda adamlar geldiğinde kadın eliyle Charlie’yi gösterip “Evet bu kadın olduğuna eminim çocuğumu bu kadın kaçırdı” dedi. Adamlardan biri cebinde elektroşok tabancası çıkardı ve Charlie’ye yöneltti. “Çocuk nerde?” dedi. Charlie uyandığında elini tutan çocuğu hatırladı ve onu bıraktığı yerin adını hatırlamaya çalıştı.” Şeyy…hatırlayamıyorum, sanırım…kontuar! evet onu kontuarda bıraktım!” dedi Charlie. Açıkçası bu kelimeyi nerede öğrendiğini bile hatırlamıyordu. Adamlardan biri Charlie’nin çözemediği bir sinirle baktı ve ” yalan söylüyorsun!” dedi. Charlie bağırarak ” hayır yalan söylemiyorum! onu kontuar…” diyordu ki daha sözü bitmeden adam Charlie’nin karnına tabancayı soktu. Charlie tekrardan ölmüştü. Gözlerini başka bir evrende açtığında ise havada mızraklar uçuşuyordu. Charlie’nin imanı gevremişti artık. öl öl diril nereye kadardı böyle! Tekrardan ayağa kalktığında direkt beyaz adamları görmüştü. Anlaşılan her evren değiştirdiğinde ölme süresi kısalıyordu. Artık sadece ölmeyi bekliyordu. Adamlar yanından geçip gidince aslında ona değil başka birine gittiklerini anladı Charlie. Şu an bir savaştalardı…Ming-Turfan savaşı. Açıkçası Charlie en ışınlanmaması gereken yere ışınlanmıştı. Adamların gittiği yere bakınca komutanlardan biri olan Yunus Han’ın yanına gittiklerini gördü. Ellerindeki mızrakları görünce Yunus Han’ı uyarmak için bağırdı; “Yunus Haaaann! dikkat eeet!”. Sonrasında adamlardan biri oldukça paranormal ve korkunç bir şekilde boynunu 360 derece döndürüp Charlie’ye elindeki mızrağı fırlattı ve mızrak Charlie’nin kalbine saplandı. Charlie yine başka hayatta aynı kişi tarafından öldürülmüştü. Bu döngü uzun bir süre devam etti. Charlie binlerce farklı hayat gördü ve tecrübe edindi. Işınlandığı hayatların bazılarında il dakikadan ölürken bazılarında aylarca o hayatta sıkışıp kaldı. Charlie şunu fark etmişti ki aslında onu öldüren şey beyaz adam değil korkusuydu. Belki de onu öldüren şeylerden korkup kaçmaya çalışmak yerine cesaretli olup onlarla yüzleşmeliydi.
Paradoks
(Visited 17 times, 1 visits today)