Gün içerisinde, hayatın yoğun akışında özgür bireyler olduğumuz düşünmeyiz. Ya da gece başımızı yastığa koyduğumuzda, yemek yerken, alışveriş yaparken… Özgürlüğümüz yalnızca biri onu elimizden almaya kalktığında aklımıza gelir. Ancak o zaman kıymetini anlayabiliriz.
Kölelik dönemi insanlığın tartışmasız en kötü döenemidir. Değersiz olarak görülmüş binlerce insan başka bir insan için var olmuş, onun ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda yaşamış ve onun egosunu tatmin etmek zorunda kalmıştır. Hayatta kalabilmek için kendisine verilen her emre itaat etmiş, her cezaya katlanmıştır.
Özgürlük çok geniş bir kavramdır. Özgür olmayı sadece fiziksel olarak başkasının kölesi olmamakla kısıtlandıramayız. Tabii ki bu da özgür olduğunuzu ifade edebilmek için sahip olmamız gereken bir özelliktir ancak fark etmeden hayatımızda attığımız her adımda özgürlüğümüzü kullanırız. Örneğin mesleğimizin ne olmasını seçerken, hangi okulda okuyacağımızı, nerede yaşayacağımızı belirlerken de özgürlüğümüzü kullanırız. Hatta o gün ne yiyeceğimizi, ne giyeceğimizi veya nereye gideceğimizi belirlerken bile. Ancak en önemlisi de ne düşüneceğimizi, ne hissedeceğimizi, kimi destekleyeceğimizi ve kimi dinleyeceğimizi seçerken özgürüz.
Ancak basit bir bakış açısıyla bireysel olarak özgür olduğumuzu düşünsek de her geçen gün farkına bile varmadan hatta bazen sevinerek bir sistemin kölesi haline geliyoruz. Bize verilen basit seçme şanslarını özgürlük olarak görmemizi sağlayan ancak gizli ve haince gerçek özgürlüğümüzü elimizden alan bu manipülatif sisteme bir kere girdiğimiz zaman ise çıkmak için ağır bedeller ödüyoruz.
Ancak ödediğimiz bedeller ne olursa olsun hiçbiri birinin kölesi olmak kadar ağır olamaz. Tıpkı Baltasar Gracian’ın da dediği gibi ” Özgürlük vazgeçmeniz için kışkırtıldığınız bütün hediyelerden daha değerlidir.