Hem radyoda çalan şarkının, hem filozofun kafasının içindeki sorunun öznesi olabilen özgürlük hiçbir insanın vazgeçebileceği, yokluğuna uzun süre tahammül edebileceği bir kavram olmamıştır. Bu konuda düşünürler, yazarlar, şairler aynı manzaraya bakıp farklı resimler çizmiş; kimisi güneşin parlaklığına değinirken kimisi de suyun berraklığını betimlemiş. Bu konuda hatırı sayılır sözler etmiş herkes özgürlüğe farklı tanımlar yazıp neden ve sonuçlarını değişik ilkelere bağlamışlardır.
“Bir bulutla kış olmaz, bir çiçekle yaz gelmez.” Sözünün sahibi ünlü Yunan düşünür Aristoteles insan olmanın şartının akla ve ruha sahip olmak olduğunu söylemiş. Bu sebeple her insanın aklın doğurduğu seçim ve irade yetisine, gücü yettiğince sahip olduğunu söylemek mümkündür. İnsanlar bazı eylemlere zorlanabilir veya bazen kötü davranışlarda bulunmayı “kötü”nün tanımını yapabilmek engellemeyebilir. Ancak bilinçli ve istekli yapılan eylemler ahlakın temelini oluşturduğu gibi özgür iradenin basit açıklamasıdır. Orta yolu arayan, mutluluğunun tanımını ölçülülükte bulan Aristo, özgürlüğü de kendi sözlüğüne bu terimler eşliğinde yazmıştır.
Nietzsche, hiçbir zaman yeterince didaktik olmaya çalışmamış bu Alman filozof, özgürlüğün tanımını “kişinin kendi güneşiyle ısınması” diyerek yapmış. Önceden ruhun hastalanıp bitkin düştüğünü, sonra manevi anlamda
uyanıp ve iyileşmeye başladığını ve en sonunda da özgür olduğunu söylemiş. Nihilizm ile Anarşizm’le çokça özdeşleştirilen Nietzsche, esasında bu şekilde anlaşılmak için elinden geleni ardına koymamış da. Kimi zaman sürü tipi diyerek yaptığı aptal insan topluluğuna karşı başkaldırmayı öğütleyerek kimi zamansa özgürlüğü yasaların efendisi olmaya, kendi yasasını insanın kendisinin koymasına şartlayarak yolunu bu iki ideolojiyle epey kesiştirmiştir. Ne yazık ki bu Nietzsche’nin betimlediği resmin sol alt köşesindeki birkaç karelik alandan fazlasını kaplamaz, o bu akımların savunucusu değildir.
İdealizmin kurucusu olan Platon, özgürlüğün tıpkı diğer filozoflar gibi sadece kişinin kendisine mal edilebilecek bir şey olduğunu söyler. Onun için insanlar, aynı ölçüde özgürdürler, hatta bu yüzden aynı değildirler. Platon, eşitliğin mutlak savunucusu olmayarak ve insanların eşit olmadıkları için eşit olmamaları gerektiğini yani farklı kabiliyet ve seviyede olan insanların aynı muameleyi görmelerinin haksızlık olduğunu aslında özgürlüklerinin aynı olmasıyla açıklamıştır. Yunan düşünür, her ne kadar kabiliyet ve zihnin altını çizse de bireylerin eğitilip özgürleştirilebileceğini de savunmuş, kişinin kendisinin ve bilincinin farkına varmasını özgürlüğün anahtarı olarak nitelendirmiştir.
Camus ise özgürlüğü kabul etmiş ancak bundan mutluluk duymamış, aksine bunu ağır bir yük olarak
nitelendirmişti. Esasında bu özgürlüklerinden memnun olmayan bütün filozoflar için geçerli bir durumdur. Çoğu özgürlüğün bir ceza olduğunu savunmuş ancak iradelerine olan nefretlerine tutarsızca yaşamışlardır. Fransa sokaklarının felsefi gezgini Camus da bunlardandı. Başkaldırıyı savunur, yaşamın saçmalığından dem vururdu. Kant’ın insanın özgür olup olmadığının tam olarak bilinemeyeceği düşüncesi de şüphesiz Camus’u büyük ölçüde etkilemiştir. Camus bu yola tanrının varlığının bilinip bilenemeyeceğini düşünerek varmıştır.
Sartre ise bu konuda arkadaşı Camus’tan farklı düşünüyordu. Kendinizden koparamadığınız bilinciniz, ona göre
size vazgeçemeyeceğiniz, ayrılamayacağınız iradenizi ve dolayısıyla özgürlüğünüzü getirir. Bu anlamda özgür olmakta özgür değilsinizdir. Bu Jean Jacque Rousseau’nun sizi özgürlüğe zorlaması gibi gözükse de Sartre sizi zorlamaz, zaten öylesinizdir diye kabul eder. Varoluşçuluk’un öncüsü Sartre bunu var olmanın kaidesi olarak nitelendirir. Bu sebeple attığınız her adımda, bulunduğunuz her eylemde aslında özgürsünüzdür.
Kant’ın ahlakı yasalaştırması ve herkesin bu ölçüde davranması gerektiğini savunduğundan bahsetmiştim. Kant’a göre özgürlük, istemedir. Ancak ahlak yasasında insanın her istediğini yapmasını yasaklayan Kant, şimdi nasıl olur da insanın tamamen özgür olmasını kısıtlayabilir ki? Bu yüzden şayet özgürlük varsa ve isteklere dayanıyorsa, arzuların evrensel ahlak yasasının çizdiği sınırlar içerisinde olması gerekir. Yine de Kant, diğer bir
taraftan da özgürlüğün varlığını reddederek tutarsız bir imaj çizmeyi yeğleyecektir.
Ben, ahlaki anlamda Kant’ın her söylediğine kafamı sallayıp onları onaylasam da özgürlüğün bu doğrultuda olduğuna inanmıyorum. Bu sebeple bazen özgür olmak kötü olabilir, etikle çatışabilir veya sizi zor durumda bırakabilir. Yularların sizin elinizde olması her ne kadar korkutucu olsa da yolunuz çizilmiştir, özgürlük ahlak için feda edilebilir, edilmelidir.