Telefon çaldığında saat sabah dört civarındaydı. Yataktan sıçradığımı hatırlıyorum, sonrası karanlık günlerin başlangıcıydı benim için. Üniversiteye yeni geçmiş, on dokuz yaşında, ailesinin üzerindeki yükü azaltmak için çalışan bir genç kızdım. Ailem, varlıksız ailelerin çocukları olarak dünyaya bir sıfır geride başlamış, tabii ki bende bundan payıma düşeni almıştım. Ama buna rağmen, kimseye söyleyemediğim, tek katlı gecekondumuzda çatlamış ve şişmiş duvarların içinde kendimi rahat ve güvende hissediyordum. Özellikle bahçemizi gördüğümde bütün sıkıntılarımı unutturan meyve ağaçları vardı.Tabii meyve agaçlarına sadece ayda birkaç kez su verebiliyorduk, çünkü öbür türlü zaten zor ödendigimiz su faturlarını hiç ödeyemeyecek hale gelecektik. Buna ragmen meyve agaçları bize meyve vermekten hiç vazgeçmedi. O agaçlar da olmasa biz ne yapardık?
Orta okul ve lise hayatımda hep yaşadığım yeri arkadaşlarıma göstermekten ve onların ailemi görmelerinden hep utanırdım. Oysa ne kadar da saçma bir ego tatmini. Neysek oyuzdur şu acımasız ve adletsiz dünyada. Benim bu yaptıklarımın yanında ailem bana ellerinden geldigince her şeyimi tam yapmaya çalışmışlardı, oysa ben onlara her zaman haksızılık etmiştim. Şimdi farkına varıyorum bu yaptıklaımı; dibinde dibi var derlerdi inanmazdım, doğruymuş.
Hayatımın tamamen değiştigi o sabah arkadaşımın evinde kalıyordum, Ayşe ‘nin. Ayşe orta gelirli bir ailenin ikinci kızıydı ve bana her zaman gücünün yettigi kadarıyla maddi ve manevi, asla unutamayacagım kadar, destek vermişti, gerçek bir dosttu. Arayan babamdı, bana yaşlandığı için borçlarını zorlukla ödedigini ve kendini biraz da olsa rahatlatmak için iki ay önce tefeciden borç aldıgını ve borçlarını giderek arttığı için ödenemeyecek olduğunu söyledi. Ve senet imzalamak zorunda olduğunu, yapmazsa onu tehdit ettiklerini söyledi.
Dünyam başıma yıkılmıştı. Bizim o evden başka gidecek neremiz vardı ki? Apar topar kalkıp babamın yanına gittim. Evimi belkide son görüşümdü. O kendimi güvende hissettiğim sıcak yuvama ne olacaktı? Kafamı çevirdiğimde bana sırıtarak bakan, sakallı, kel, orta boylu Tefeci Bindal ile burun buruna geldim. Adama nefret dolu bakışlar atarken gözümden akan bir damla yaşı tutamamıştım. O anda babamın bana baktığını ve içinden bir şeylerin koptuğunu fark ettim.
Gözüm kararmış, ne yaptığımın farkına varmazken yanımda kendimi korumak için taşıdığım çakıyı Tefeci Bindal ‘ın karnına sapladım. Adam kanlar içinde yere yığılırken, ne yaptığımın farkına varmıştım. Bu kelimeleri size demir parmaklıklar ardından yazıyorum. Son sözüm; sahip olduklarınızın kıymetini bilin …