ÖZGÜRLÜĞÜN ANAHTARI

İnsanoğlu yaratılışından itibaren kendinden daha üstün  olan bir varlığa inanmak istemiştir. Hep bir şeyin veya bir şeylerin onu koruyup kollayacağını, ebeveyn gibi onu seveceğini, hatalarında da onu cezalandıracağını düşünmüştür. Dini inançlar, insanlığın bireysel ve toplumsal hareketleri üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuştur. Bazı dönemlerde insanlar bu etkiyi kullanarak diğerlerine üstünlük kurmaya çabalamıştır. Bunun en önemli örneği Orta Çağ’da kilisenin ve dini sınıfın elde ettiği güçtür. Kiliseler baskıcı bir tutum izlemiş, kendisi gibi düşünmeyeni aforoz etmiş ve daha sonraları da çeşitli işkencelere ve haksızlıklara neden olan engizisyon mahkemeleri kurulmuştur. Bunun sonucunda da inanışın, insanlığı köleleştirdiğine inanan, kişinin sosyal ve toplumsal hayat problemlerini dine başvurmadan akıl yoluyla çözebileceğini düşünen bir hareket ortaya çıkmıştır. Buna ”Aydınlanma Çağı” denir. Aydınlanma Çağı’yla beraber din gücünü kaybetmiştir. İnsanların düşünce özgürlüğüne sahip olması savunulmuştur. Dini baskının ortadan kalkmasıyla bilim ve felsefe alanında gelişmeler kaydedilmiştir. Dinin bıraktığı boşluk akıl ve bilimle doldurulmaya çalışılmıştır.

Aydınlanma Çağı’nda sanayileşme başlamış, sanayileşmeyle de fabrikalarda insan gücüne olan ihtiyaç artmıştır. Maalesef aydınlanma fikirleriyle çelişecek şekilde bu dönemde köle ticareti gelişmiştir. Milyonlarca insan köleleştirilmiş ve Afrika’dan, Avrupa ve Amerika’ya taşınmıştır. Çoğunluğu daha yolculuklarda ölürken birçoğu da zorlu çalışma koşullarıyla hayatlarını kaybetmişlerdir. Yani özgür yaşamı, özgür fikirleri savunan Aydınlanma Çağı insanları kendileriyle çelişmişlerdir.

İslamiyet’te ise Kur’an, köleleştirici düzene karşı gelir, insanların eşit yaratıldığı, ırksal farklılıklarının olmadığını, hoşgörünün ön planda olması gerektiğini savunur. Bu eşitlik kavramı en büyük özgürleştirici adımdır. Alman filozof F. Hegel ” İslam, hiçbir şey getirmemiş olsaydı bile sadece ırkçılığı reddeden düşüncesi dolayısıyla her türlü takdiri hak etmektedir.” diyerek İslam’ın eşitlikçi bakışına dikkat çekmiştir. Kur’an eşitliği isterken, kayırmacılığı, yozlaşmayı, adil olmamayı da cezalandırır.

Karl Marx ve Nietzsche dini, insanları toplumsal şartlara uymaya zorlayan, köleleştirici, baskıcı güç olarak tanımlamışlardır. Dinin böyle bir gücü olabilir ama aksinin de olduğu görülmüştür. Herkes aslında şu konuda hemfikirdir: Dinde kimi zaman gücü elinde tutanlar, bazı düşünce ve hareketlerin dine aykırı olduğunu söyleyerek tolerans göstermemiş ve gücünü insanları mahkum etmek ,boyunduruk altına almak için kullanmışlardır. Bu tüm dinlerde böyle olmuştur. Aslında insanlar din inancıyla ilk karşılaştıklarında bu inanç, özgürleştirici bir güçken, zamanla bu özelliğini kaybederek hakimiyet kurma ortamına dönüşmüştür. Ancak fikir özgürlüğünü savunan aydınlanma dönemlerinde de son, köleliğin artması olmuştur.

O zaman sanırım şunu diyebiliriz: insanı özgürleştiren ne dini inanışlar ne de toplumsal özgürlük hareketleridir. Bir toplumda herkes birbirine adil ve eşit davranıyorsa o insanlar özgürdür ve kişiler o toplumun gerçekten bir parçasıdır. İnsanlar o toplumun bir parçası olduğunu hissederlerse de bu toplumlar ileriye gider. Din ve özgürlükçü fikirler bize sadece yol gösterir. Sonunda doğru yolu bulup bulamayacağımız bize kalmıştır.

 

(Visited 111 times, 1 visits today)