Özgür Eğitim

Eğitim bilimci Selahattin Ertürk’e göre eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişim meydana getirme sürecidir. Yani, önceden saptanmış esaslara göre, insanların davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan, planlı  etkiler dizesidir.

Ben hem Picasso’ya hem Tolstoy’a katılıyorum. Çünkü eğitim, anlattığım gibi, bireylerin davranışlarını kendi yaşantıları yoluyla değiştirmektir. Ama her insan aynı değildir ve bakış açıları farklı olabilir. Mesela yolda yavru bir köpek gördüğünüzde siz belki eve götürmek istersiniz ama başka biri korktuğu için kaçmak isteyebilir. Eğitim, bireylerin toplumsal sorumlulukları da anlamasını sağlar. Mesela parası olmayanlara para yardımında bulunmayı, çevremizi temiz tutmayı eğitim alarak öğreniriz.

Evet, eğitim güzel bir şeydir. Ama insanların yaratıcılığını yok ettiğinde değil. Örneğin  küçükken yüzlerce kişiye şarkı söyleyen bir çocuk büyüdüğünde sahneye çıkmaktan utanır. Çünkü eğitim alırken “utanç” duygusunu öğrenir ve kendi de bir işten yada bir davranıştan utanmaya başlar. Ya da bir resim çizdiğinizi düşünün ama başka biri size başka bir şekilde çizmeniz gerektiğini söyler. Siz de artık yaratıcığınızı kullanmadan resim çizersiniz.

Bütün çocuklar sanatçı olarak doğar. Ama önemli olan hep sanatçı olup yaratıcı olabilmektir. İçimizdeki çocuğu büyütmemek ve hep çocuk olarak kalmasını sağlamak yaratıcılığımızı kaybetmemizi önler. Bu yüzden Picasso’ya katılıyorum.

Tolstoy’a da katılıyorum çünkü toplumsal sorumluluklarımızı öğrenmek yaratıcılığımızı kısıtlamaz. Aksine, toplumsal sorumluluklarımızı yaratıcılığımızla yerine getirebiliriz.

Küçükken, bazı resim öğretmenlerim evlerin kareye benzemediğini, dikdörtgene benzediğini ve hep o şekilde çizmem gerektiğini söylerdi. Fakat ben hep kare şeklinde evler çizdim ama arkadaşlarım hep dikdörtgen şeklinde evler çizdi.

Aslında, bize sorulan bazı sorular da özgür yaratıcılığı kısıtlar. “Kime katılıyorsunuz?” vb. sorularda hep bir nesneyi veya kişiyi seçmemiz gerekiyor. Ama olaylar veya kişiler hakkında derin düşüncelere daldığımızda herkesin haklı bir yanının olduğunu görebiliriz.

Belki büyüklerinizden “İçindeki çocuk hâlen büyümemiş!” gibi bir söz duymuşsunuzdur. Ama ne anlama geldiğini anlayamamış olabilirsiniz. Size kısaca anlatayım: İçinizde bir çocuk olduğunu düşünün. O sizin yaratıcılığınız. Eğer içinizdeki çocuk sizinle beraber büyürse yaratıcılığınız azalır ve eninde sonunda yok olur. O yüzden içimizdeki çocuğu kendimizle beraber büyütmemeliyiz.

Şimdi size içindeki çocuğu büyütmemiş olan birini anlatacağım. O kişi ben olabilirim.

Ben hikayelerimde peri, cadı vb. karakterleri değil de kendi yarattığım bazı karakterleri kullanmayı tercih ederim. Aynı zamanda ben hiç normal insan çizmem. Farklı giysili insanlar veya yaratıklar çizerim.

Sizce şu an kullandığımız eşyalar kendi kendine mi yapıldı? Çoğu eşya yaratıcılıkla yapılır. Mesela pasta şekilli silgiler. Normalde silgiler dikdörtgen şeklinde olur. Ama herhangi bir kişi yaratıcığını kullanarak pastaya benzeyen bir silgi yapmış. İçindeki çocuğu hiç büyütmemiş. Bence kimse içindeki çocuğu büyütmemeli. Eğer insanların yorumlarını hep dikkate alırsak bizim onlardan bir farkımız kalmaz.

İçindeki çocuğu büyütmeyen kişiler yaratıcı kalır ve eğitim bunu bazen zorlaştırabilir. Ama hep yaratıcılığımızı konuşturmalıyız ve yaratıcılığımızı kaybetmemeliyiz. Belki yaratıcılığımızla dünyayı bile değiştirebiliriz!

(Visited 2 times, 1 visits today)