İnsanların fikirlerle ilgili iki farklı görüşü vardır. Bunlardan ilki hiçbir fikrin yeni olmadığını, yeni olarak tanımlanan fikirlerin eskilerinin farklı bir yorumu olduğunu düşünen yazar Mark Twain’in, ikincisi ise fikirlerin kaçınılmaz olarak zamanla değişeceğini, eskiyeceğini ve yerlerine yenilerinin geleceğini savunan yazar Victor Hugo’nun düşüncesidir.
Mark Twain’e göre insanların özgün fikirler üretme yeteneği yoktur ve bu imkânsızdır. Ona göre insanlar sadece var olan eski düşünceleri kendi zihninde yeniden şekillendirerek yepyeni gibi duran ama aslında sadece var olan düşüncelerin farklı bir yorumunu üretir. İnsanların yeni olarak benimsediği fikirlerin çoğu aslında doğada var olan bir şeyin gözlemi ve taklididir. Günümüzde kullandığımız teknolojik ürünlerin birçoğu doğada bulunan olayların insan tarafından gözlemlenip bir ürün haline getirilmesidir. Örneğin, uçmak ve uçabilen bir ulaşım aracı üretmek 1903’te Wright kardeşlerin aklına bir anda gelmiş yeni bir fikir değildi. Bundan önce insanlar yüzyıllar boyunca kuşların davranışlarını incelemiş ve Leonardo da Vinci veya Hezârfen Ahmet Çelebi gibi kişiler tarafından uçabilmek ile ilgili fikirler üretilmişti. Yani aslında bize yeni üretilmiş gibi gelen bu fikir insanlar tarafından önceden gözlemlenmiş bir bilgi birikiminin faklı bir yorumundan ibarettir.
Diğer bir yazar olan Victor Hugo’ya göre ise insanlık ilerledikçe yeni fikirlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır, devamlı yeni fikirler üretilir ve en güçlü ordular bile bu gelişimin karşısında duramaz. Bu yeni fikirler ne kadar engellenmeye çalışılsa bile durdurulamaz ve insanlarca benimsenir. Tarih boyunca birçok örnek bize bunu göstermiştir. 18. Yüzyıla kadar Dünyada özellikle Avrupa’da halk sınıflara ayrılmış bir durumdaydı. Coğrafi keşifler ve kolonicilik gibi olaylar Fransa’nın dış ticaretini çok fazla arttırmıştı ve ticaretle uğraşan burjuva sınıfı zenginleşmeye başladı. 18. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde zenginleşen burjuva sınıfı artık ekonomik güçlerine karşılık soylular ve din adamları gibi siyasi bir güç istemeye başladılar. 1789 yılına gelindiğinde ise Jean Jacques Rousseau gibi düşünürlerin özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramları üzerine tarif ettikleri yeni fikirleri sayesinde burjuva ve köylü sınıfı birleşerek, soylu ve din adamlarının eski din destekli monarşi ve sınıf ayrımına dayalı toplumsal yapıya karşı direniş gösterdiler. Köylü halktan oluşan bu fikrin destekçileri kendinden kat ve kat güçlü olan soyluları ve din adamlarını yenerek zamanı gelen fikirlerin güçlü ordularla bile engellenemeyeceğini göstermiş oldular.
Aslında bu yazı boyunca bahsettiğim Mark Twain ve Victor Hugo’nun düşüncelerini antik Yunan filozofları olan Aristo ve Platon’un karşıt düşünceleri üzerine temellendirebiliriz. Aristo’ya göre tek gerçek 5 duyumuzla algıladığımız doğadır ve insanların bütün fikirleri doğanın bir yorumudur. Hiçbir fikir insanın kendisine özgü bir yaratım değildir ve sadece doğada var olanın birer taklididir. Aristo buna “mimesis” adını verir. Platon’a göre ise hakikat, algıladığımız bu dünyanın ötesinde, 5 duyumuzu aşan bir İdealar dünyasındadır. Doğada gördüklerimiz İdealar dünyasının birer yansımasından ibarettir. İdealar dünyası ancak insanın zihinsel etkinliği ile algılanabilir. Dolayısıyla doğadan bağımsız olarak fikirler özgündür diyebiliriz. Platon’un mağara alegorisi de aslında bundan bahseder. Mağara alegorisinde doğduklarından beri mağaraya zincirlenmiş 3 adam vardır. Bu adamlar sadece mağaraya yansıyan gölgeleri görerek büyürler ve bu gölgeleri gerçekler zannederek kendilerince yorumlarlar. Platon’a göre hakikati görebilmek için zihnimizi tutsak eden zincirlerden kurtulmamız gerekir. Ön yargılarından ve bu dünyanın yanıltıcı gerçekliğinden arınmış bir zihin idealar dünyasındaki hakikate erişebilir.
Benim kendi düşünceme göre bu iki fikrin de doğru olduğu noktalar vardır. Mark Twain’in, var olan eski düşüncelere yeni yorumlar getirerek yeni gibi görünen fikirler ürettiğimiz düşüncesi doğrudur. Aslında burada tartıştığımız bu yazarların düşünceleri bile bunun bir kanıtıdır çünkü Mark Twain ve Victor Hugo’nun düşünceleri de özgün değildir. Üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen Aristo ve Platon’un ortaya koyduğu fikirlerin farklı açıdan bakılmış halleridir. Fakat Victor Hugo’nun düşünceleri bence daha doğru sayılabilir. Her ne kadar fikirler insanlığın bilgi birikiminin üzerinde yükselse de veya doğadan esinlense de her çağ kendi toplumsal yapısını ve bu yapının gereklerini ortaya çıkartır. Fikirler de bu gerekleri karşılamak üzere üretilirler. Bu gerekliliklerin ortadan kalkması veya değişmesi fikirlerin de değişmesi ve yenilenmesi sonucunu doğurur. Victor Hugo’nun da belirttiği gibi hiçbir güç bu değişimin karşısında duramaz.