Bu yazacaklarım hayatını kötülüğe adamış, emelleri insanlığı mahvetmek adına olan varlıkları yok sayarak oluşturuldu. Çünkü kötülük her yerde, içimizde, yüzümüzde, benliğimizde. Var olmanın içinde. Bu kötülükten olabildiğince sıyrılmış insanlar adına konuşuyorum. Yaşamayı seçmiş insanlar. Kendilerini bulma yoluna baş koymuş, var olduğu için şükredenler adına.
Doğrularım, yanlışlarım ve beni bekleyen kararlarım hepsi kendi hayatıma göre şekillendi. Yaşadıklarıma, gördüklerime ve üstesinden geldiklerime göre. Benim doğrum ya ona yanlışsa. Ya da onun doğrusu bana. Hangimiz günahkar olduk? Hangi inanca, hangi topluma göre olduğu önemli değil. Aynı yeryüzüne düşmüş iki farklı kurallar kitabına göre biz günahkarız. Şimdi ikimizin de cezalandırılması gerek. Kader ya da karma. Ben onun tanrısına itaatsizlik ettim, o da benim tanrıma. Şimdi tanrılarımız de bir çatışma içerisinde. Aynı hakim oldukları ruhların yüzyıllardır içinde bulundukları gibi.
Hangi inanç, hangisinden üstün? Kim daha çok yanıldı, kim daha az? Ne daha doğru, ne daha az? Kimin cezalandırılacağına o zaman halk karar versin. Hangi halk? Ya bizim bu hatayı ettiğimiz topraklarda birden fazla halk yaşıyorsa. Toprakların dini olur mu? O zaman kimin kuralları geçecek bu toprakların üstünde. Aklınıza ne geldiğini tahmin ediyor gibiyim. Savaşlar değil mi. Savaşların kuralları geçecek. Fikirlerini herkesin aklına sokma uğruna feda edilen yüzbinlerce can gelecek aklınıza. Tanrılarının doğrularını savunurken yapılan yanlışlar. Yanlıştan da öte her inancın ortak noktası olan en büyük günahlar. Tanrı ya da tanrılarımız ne zaman demiş ki bütün insanlık aynı olsun. Aynı düşünsün. Aynı yaşasın. Benim uğruma ölsün. Eğer dediklerini duyduysanız lütfen bana da söyleyiniz ki içimde biraz olsun inanç varsa onu da öldüreyim.
Doğruluk, dürüstlük ve merhamet. Eğer hayatınızı bunlar üstüne kurmak isterseniz herhangi bir dine ihtiyacınız var mı önce bunu düşünün. Annelerimizin doğumumuzdan itibaren bize gösterdiği şefkat ve merhametin mensup oldukları dine göre şekillendiğini düşünüyor musunuz. Bu duyguları içselleştirmek bizim mensup olduğumuz dine göre farklı mı gelişiyor. Yoksa bunlar insanlığın içgüdüleriyle, var oluş amacıyla mı ilgili. Tam tersi bu dinsel çatışmalar değil mi merhameti öldüren. Aynı inanç içerisindeki toplumların kendilerine uymayanlara yaşattıklarına bakarsanız merhametin yoksulluğunu hissedebilirsiniz. Yine farklılıklar uğruna varlığımızın getirdiği o saf duygulardan eksilttiğimizi görebilirsiniz.
“Tek önemli vakit vardır; içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur.”
Herkesin kendi cenneti ve cehennemini şekillendirdiği bu evrende herkesin aynı şeyleri yaşaması gerekirdi, aynı duyguları hissetmesi gerekirdi; aynı şeylere inanabilmesi için. Benim doğrumla onun doğrusunun farklı olması gerekir ki bizim benliklerimiz farklı olsun. Aynı insan olmayalım. Aynı düşünmeyelim. Kendi yaşamımızın, ölümümüzün, ölümden sonra inandıklarımızın başrolü olabilmek varken tüm insanlığı içine alamayacak kadar küçük ve sığ bir hayatın figüranları olmayalım. Hissederek doğduğumuz merhameti kaybetmeden bu sınırlı zamanımızı milyonlarca farklı güzellikle doldurma emeliyle yaşamak varken dinlerin arkasına sığınıp, bulamadığınız benliğinizi orda aramayınız.
‘İnsan olmak yani var olmak bizzat kendi olmak için daimi bir çabadır. Ona göre, sürekli bir değişim içinde olan insanın varoluşunu bir kalıba sokmak mümkün değildir.’