Meriç, oyuncak kutusunun derinliklerine dalarak orada gizli bir dünya yarattı. Minik elleriyle tahtadan bir şehir kurduğunda, karşımıza “Oyuncak Şehri” çıktı. Bu şehir, canlı renklerde boyanmış ve küçük pencerelerle süslenmiş tahta bloklardan yapılmış evlerle doluydu.
Şehrin sokakları da renkli tahta bloklarla döşenmişti ve üzerinde küçük tahta arabalar dolanıyordu. Bu araçlar, minik oyuncak insanlarla birlikte hareket ediyor; insanlar da evlerinden çıkıp işlerine giderken onları izliyordu. Oyuncak insanların üzerindeki elbiseler de tahtadan yapılmış, renkli parçalarla detaylandırılmıştı ve her biri sanki birer el işi sanat eseri gibiydi.
Şehrin kalbinde, geniş ve renkli bir park yer alıyordu. Bu park, yeşil ve mavi tahta parçalarından oluşturulmuş, minik tahta ağaçlarla süslenmişti. Bu ağaçların dalları, oyuncak kuşlar ve kelebekler için bir oyun alanı gibiydi.
Parkta gezinen hayvanlar da tahtadan yapılmıştı. Renkli tüyleriyle küçük tahta kuşlar, dallar arasında uçuşurken, tahta köpekler ve kediler parkın çimenlerinde oynuyordu. Her bir hayvan, ince detaylarla süslenmiş ve gerçek hayvanları andıracak şekilde tasarlanmıştı.
Oyuncak Şehri, belki de sadece bir çocuğun hayal gücüyle var olabilirdi ama Meriç’in yarattığı bu dünya, onun oyun saatlerinde sonsuz eğlence ve keşif fırsatları sunuyordu. Minik ellerin dokunuşuyla hayat bulan bu şehir, hayal gücünün sınırlarını zorlayarak gerçek dünyanın bile ötesine geçiyordu.