Uzun yıllar boyunca bize ev sahipliği yapan dünyamızın 4,6 milyar yıl önce kızgın gaz ve toz bulutunun sıkışması sonucu oluştuğu belirlenmiştir. Ekseni etrafında dönerek soğuyan ve şimdiki halini alan dünyamızın çeşitli jeolojik zamanlara ayrılması ve önemli tektonik olayların da meydana gelmesi üzerine gelişmesi bazı sınıflandırmaların yapılmasına da kolaylık sağlamıştır. Madde ve enerjiden meydana gelen uzayda ‘’Koca Yaşlı Şişko Dünya’’ da pek çok gezegen ile birlikte yerini almış ve insanların odak noktası haline gelmiştir. On iki gezegenden oluşan bu sistemde çözülemeyen nice gizemin ortasına bir de yeni bir yaşam arayışı eklenince bilim insanları bu konu hakkındaki çalışmalarını arttırmış ve doğru bilgi peşine düşmüşlerdir.
Yeni yaşam arayışı yıllardır büyük bir merak konusu olmasına rağmen günümüzde popülerliği artmış olan bir fikirdir. Astrofizikçilerin de ilgisini çeken bu konu hakkında bazı görüş ayrılıklarına rastlamak mümkündür. Çoğu insan, dünya dışında bir gezegende yaşam olduğu inancına sahipken bazıları ise bunu reddetmektedir. Yeryüzünü saran ve çeşitli gazların karışımından oluşmuş olan atmosfer, insan yaşamı için en önemli etkenlerden biridir. Dünya dışındaki bazı gezegenlerde atmosfer bulunurken Merkür’ün kendisini koruyacak bir atmosfere sahip olmadığı saptanmıştır. Bu olgular sayesinde bazı düşünceler şekillense de yaşam için pek çok farklı kriter bulunduğunu belirtmek isterim.
Işığın uzayda aldığı yolu belirten terime ’’ışık yılı’’ denir ve bir ışık yılının yaklaşık 9 trilyon kilometre olduğu bilinmektedir. Uzayda bulunan cisimlerin uzaklığını belirtmek için kullanılan bu terim, bazı sinyallerin de habercisi niteliğindedir. Günümüzde yapılan çalışmalar aracılığıyla gezegenimizden 32 ışık yılı uzaklıktaki dalgaların hala bizlere ulaşmaması ise bazı şüpheleri üzerine çekmektedir. Belki de yeni bir yaşamın habercisi olan bu dalgalar pek çok insanın fikrini değiştirebilir ve farklı bilimsel çalışmaların anahtarı olabilir.
Güneş sisteminde değil de başka bir yıldızın yörüngesinde yer alan gezegenlere’’ötegezegen’’ denir. Geçtiğimiz günlerde Cambridge Üniversitesi yeni bir ötegezegen fikri ile karşımıza çıkmıştır. ‘’Hycean’’adını verdikleri bu gezegende yaşam olabileceğini düşündüren neden ise atmosferinin hidrojen yönünden zengin olması ve yüzeyinin sularla kaplı olduğu beklentisi. İlerleyen zamanlarda James Webb Uzay Teleskobu tarafından daha detaylı izlenecek olan bu gezegenin Dünya’dan büyük, Neptün’den ise küçük olması bekleniyor.
Ulaştığım bazı verilere göre Samanyolu Galaksisi’nde en az 300 milyon yaşanabilir gezegen mevcut. Çeşitli haber sitelerinde ise NASA’nın yaşanabilir gezegenleri keşfe başlaması büyük bir merak uyandırmaya yetti. Söylenenlere göre NASA, yaşadığımız gezegeni hırpalamaktan ve aşırı tüketimden dolayı pek çok zarara kurban ettiğimiz dolayısıyla yeni ve temiz bir gezegen arayışını başarılı bir şekilde yürütmekte. Farklı gezegenlere yapılan heyecan verici yolculuklar sayesinde bulunan bazı gezegenlerin çeşitli analizler sonucu kaydedilmesi ve net bir sonuca varılması için ise biraz daha zaman gerekiyor.
Uzayın uçsuz bucaksız olması ve farklı oluşumlara ev sahipliği yapmasının yanı sıra insan yaşamı için de en uygun ortamı oluşturması ve en zengin gezegende yaşıyor olmamız bizler için çok büyük bir şanstır. Yaşam için gerekli ne varsa bulunduran bu gezegen, sistemin en değerli parçası niteliğindedir. Ne yazık ki yanlış hamleler sonucu her geçen gün zarar gören bu cennet, insanları farklı arayışlara itmektedir. Fakat ben, yapılan çalışmalar ve gelişen teknolojinin de yardımıyla yaşanabilir başka bir gezegene ulaşılabileceği görüşündeyim. Tabii ki, öncelikli temennimiz ise Dünya’yı yaşanabilir kılmaya çalışmak ve korumak yönünde. Ünlü yazar Nancy Newhall’ın da dediği gibi: ‘’Koruma, insanlığın geleceğini önemsemesidir.’’