Zifiri karanlığın içinden geçerken gördüğüm o koskocaman ihtişamlı bina meğerse bir okulmuş. Her yeri aydınlatan bu okulun ışıkları o kadar parlak ki olduğu yer gündüz gibiydi. Sadece geceyi değil dünyanın cehaletten oluşan karanlığını da aydınlatıyordu adeta. Saatler sonunda bir yer bulabilmiştim. Yavaşça okulun kapısına doğru yöneldim. Eğer burada bir okul varsa bu kâbus bitmiş demektir. Saatlerdir yürüdüğüm yola kapıyı tıklatmadan son bir kez baktım. Bu kâbus ya burada bitiyordu ya da daha yeni başlayacaktı.
Kapıyı uzun, orta yaşlarında, esmer bir kadın açtı. Kadının yüzünde anlam veremediğim bir gülümseme vardı. “İyi akşamlar, ben kayboldum ve uzun zamandır yoldayım. Burayı buldum, acaba içeri girebilir miyim?” dedim. Kadın “Tabii ki girebilirsin. Sana hemen bir oda ayarlayalım.” dedi. Bir okula bu kadar kolay girmem çok garipti. “Buraya bir taksi ne kadar sürede gelir burada çok kalmak istemem, sonuçta burası bir okul.” dedim. “Buraya taksi gelmez.” dedi sırıtarak. Son gördüğüm şey kapılar yavaşça kapanmasıydı.
Yüzüme vuran sabah güneşiyle uyandım. Uzun zaman sonra rahat bir yatakta kalkıyordum. Etrafıma baktığımda minik bir odada olduğumu fark ettim, odanın bir kenarında geniş bir pencere öbür kenarında bir masa vardı. Ben buraya ne zaman geldiğimi hatırlamıyordum. Yataktan kalktığım gibi kapıya gittim, tam kapıyı açacakken kapıyı başka birisi açtı. Kapıyı açan dünkü kadındı. “Günaydın canım, umarım dün iyi uyuyabilmişsindir. Sonuçta bugün yapacak çok işin var.” “Ne işi?” “Dersler tabii ki ne işi olabilir!” dedi heyecanlı bir ses tonuyla. “Ne dersi, ben sadece bir gece burada kalıp sonrasında gidecektim.” “Dün konuştuklarımızı hatırlamıyor musun? Okula kaydoldun.” “Hayır olmadım.” iyice gerilmeye başlamıştım. “Evet oldun, bunlar da kayıt evrakların. Senin imzan bak.” Çok sakin bir ses tonuyla konuşuyordu ve ben buna sinirlenmeye başlıyordum. Kağıtları elime aldım ve hemen okumaya başladım, sayfanın sonunda gerçekten de imzam vardı. Bu hiç iyi değildi, ben hiçbir şey imzaladığımı hatırlamıyordum. Bu kâğıdı da ilk defa görüyordum. “Hadi gel yemek ye, dolapta forman hazır. Belki bir şeyler yemek sana iyi gelir.” dedi ve odadan çıktı. Kâbus gerçekten şimdi başlıyordu.
Odamdan çıktığımda yemekhanenin nerde olduğunu bilmediğimi hatırladım. Uzun koridorlarda öylesine yürümeye başladım o yüzden. Yürüdükçe yürüyordum, gerçekten büyük bir okuldu. Yürürken yanımda ne kimliğimin ne de telefonumun olmadığını hatırladım, bu da demek oluyordu ki eğer ben buradan kaçarsam beni asla bulamazlardı. Tek bir sıkıntı vardı çıkışın nerede olduğunu bilmiyorum.
O kadın bir şekilde beni bulup tüm gün dersten derse soktu. Derslerin hepsi birbirinden berbattı, hocaların hayat enerjisi yok, öğrencilerde tek bir yaşam belirtisi yok tek yaptıkları derse girip dersten çıkmak. Gün sona erdiğinde aklımda sadece buradan gitmem gerektiği vardı.
Koca bir haftam böyle geçtikten sonra okulun çıkışının nerede olduğunu biliyordum. Tek yapmam gereken sessizce kapıyı açmaktı. Kapılar çok büyük olduğundan çok ses çıkarıyorlardı. Bunu da sabah kahvaltılarında verdikleri yağla yapacaktım, her ne kadar çok uzun sürse bile.
Her yer karardığında odamdan kaçıp bu kabusa bir son vermeye hazırdım. Her şey planlandığı gibi gitti. Odamdan kimse fark etmeden çıkabildim. Çıkış kapısına vardığım gibi yerleri yağlamaya başladım. Arada bir ses duyduğumda hemen olduğum yerin yanındaki saksının yanına geçiyordum. Her yeri yağladıktan sonra kapıyı açtım. Kapı biraz ses yapsa da çoğu sesi engellemeyi başarmıştım. Kapı çıkabileceğim kadar açılır açılmaz ormana doğru geri koşmaya başladım. Fakat bu sefer yanımda bir pusula ve el feneri vardı. Var hızımla koşmaya başladım. Çok geçmeden otoyola çıktım. Otoyolda bir süre yürüdükten sonra bir polis arabası gördüm. Bu büyük kâbus sona ermişti.