(Percy Jackson adlı karakterin bakış açısından yazılmıştır)
Bakın, melez olmayı ben istemedim. Siz de melez olduğunuzu düşünerek bu satırları okuyorsanız, size tavsiyem şu: Bu satırları okumayı hemen bırakın! Ebeveynleriniz nasıl doğduğunuza dair nasıl bir yalan söyledilerse onlara inanın ve normal bir insan gibi yaşamayı deneyin. Melez olmak, çok tehlikeli. Korkunç. (Büyük ihtimalle de pis şekillerde, acı ve işkence çekerek ölürsünüz ama bunu şimdi karıştırmayalım). Fakat normal bir çocuksanız, bunu da sahte olduğunu düşündüğünüz için okuyorsanız, harika. Ama eğer bu sayfalarda tanıdık bir şeyler seziyorsanız, içinizde bir şeyler harekete geçiyorsa, hemen okumayı bırakın. Siz de bizlerden biri olabilirsiniz. Bir kere bunu anladınız mı, onların da bunu fark etmesi an meselesi olacak ve peşinize düşmeleri an meselesi olacak.
Uyarmadı demeyin.
Yine melez kampında olabilecek en normal günlerden biriydi. Sabah kalktım her zamanki gibi kulübeyi toparladım. Her zamanki gibi dedim çünkü Poseidon’un tek yarı-tanrı çocuğu benim. Ve doğal olarak Poseidon kulübesinde de bir tek ben vardım. Ama modumu düşürmedim. Bu akşamki bayrak yarışı için güçlü olmam şarttı. Nede olsa bu yarışlar kesinlikle güçsüzlük kaldıramazdı. Dikkatsiz olduğunuz anda dev bir akrep tarafından sokulabilir ya da cehennem tazıları tarafından bir ısırışta öldürülebilirdiniz. Ki söylemeliyim, bu hiç hoşunuza gitmez (güvenin bana bunu yaşadım ve hiç tavsiye etmem). Sabah nedense erken kalkmıştım, sanki denizin o tuzlu meltemi gelip ciğerlerime dolmuş gibi hissediyordum. Ama babamın beni önemli bir şey için uyarmaya çalıştığını anlamamıştım. Çünkü zaten odamın köşesinde olan şu çeşmesi kulübeyi okyanus kokusuyla doldururdu. Bu kokuyu çok sevsem de artık midem bulanacak dereceye gelmişti. Bu yüzden çilek tarlalarına gitmeye karar verdim. Yoluma koyulmuşken Athena kulübesinin önünden geçtim. Annabeh’in kulübede yalnız olduğunu bilsem de onu uyandırmak istemedim. Bu akşamki bayrak kapma yarışmasında enerjiye ihtiyacı vardı. Ve sadece içimdeki kötü his yüzünden kız arkadaşımı uyandırmak istemedim. Oraya giderken aklımdaki kötü düşünceleri biraz olsun hafifletmek için çilek tarlalarından önce pegasus ahırına uğramaya karar verdim. Tabi ki yaz tatilinden dönene kadar atım Blackjack’i özlemiştim. Ahıra girdiğimde pegasusumu biraz sevdim ve tekrar çilek tarlalarına doğru gitmeye başladım. Ama nedense okyanus kokusu hiç hafiflememişti. Koku gittiğinde ise çoktan yemekhaneye gidip kahvaltı etmeye başlamıştım. Derslerden birinde Annabeth’e rastlayınca “sen de bugün garip bir koku hissettin mi?” diye sordum. “İnanmayacaksın ama sanırım sabah burnuma baykuş gibi bir koku geldi.” diye cevap verdi. Annabeth’in de tanrı olan ebeveyninin sembolünün kokusunu alması garipti. İyice şüphelenmeye başlamıştım. Ama bayrak yarışını o kadar önemsiyordum ki DEHB’li kafam çoktan unutup gitmişti. Yemekhanedeki yemekten sonra biraz dinlenip bayrak kapma yarışını oynamaya gittik. Oyunun ortasındaydık neredeyse kazanmak üzereydik dersken yine içimdeki o kötü his geri geldi. Sonra çok garip bir şey gördüm. Daha önce görmediğime emin olduğum bir kapı. Diğer takımın kampçılarının geldiğini hissettim. O sırada üstünde “GİRİLMEZ!” yazan kapıyı içgüdülerim yüzünden açmış bulundum. Ve her yer zifiri karanlığa büründü…
Kamp haritası: https://rickriordan.com/extra/a-map-of-camp/