“Sabah uyandım, silah sesleri. Gözümü açtığım gibi yataktan fırladım. Etrafı hızlıca süzdüm. Kaldığım yatakhanede duvarlar kırılmış, heryer şarapnel parçası olmuştu. Yerdeki kızılırmaklar gözlerimi yaşartmıştı. Hemen koşup çıktım yatakhaneden. Komutanım dışarda bizi bekliyordu. Bazılarımızın gözleri adeta bir alev topu gibi açık, damarlı ve uykusuzdu. Komutan hemen bizi bir şalterin altında topladı, durumu bildirdi. Şavaş yakındaydı.
Ertesi gün başka bir tesise taşındık. Onbinlerce piyadeyle dışarıda bekliyorduk. Hiçbirimiz kimin veya neyin geleceginden habersizdi. Kulaktan kulağa, yavaş yavaş bir ses yayılmaya başladı. Mustafa, mustafa, mustafa! Mustafa kemal geliyor diyordu herkes. Hepimiz hazır ola geçtik bir anda. Atam kürsüye çıktı ve konuşmasını yaptı. Stressten atamın o güzel, vurgun, dolu sesini dinleyememiştim. Aklım almamıştı. Hatırladığım tek cümle: “Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum ileri!”. Herkes heryere savrulmaya başlamıştı. Bombardımanlar, silah sesleri… Egeye doğru sıkıştırıyorduk dişmanı. Sağ tarafıma baktım bir kurşun, bir şehit. Sol tarafıma baktım, bir kurşun bir şehit. Canımızın, vatan yanında bir değeri yoktu adeta. Günlerce aralıksız savaştık, debelendik ve düşmanı teptik geriye. Harp halindeyken hissetmemiş olsam gerek karın boşluğumda bir yokluk, açıklık hissetmeye başladım yavaş yavaş. Yavaş yavaş yere eğildim, atama selam verdim ve güneşin batışını izlemeye başladım. Canım vatanıma helal olsun!”
Bu paragraf torunu olduğuna gurur duyduğum bir askerin günlüğü. Her cumhuriyette olduğu gibi bu yılda kahramanımızı onurlandırmak amacıyla bu günlüğü okudum. Gözlerim doldu, her zaman olduğu gibi. Atam, şehitler, sizin sayenizde cumhuriyetin 100. Yılını görme şerefinde bulunabiliyoruz, sizin sayenizde soluk alıp veriyoruz. Hakkımız helal olsun sizlere!