Kırmızılı, mavili evlerin arasından geçtim. Kendimden kat metrelerce uzun sokak lambalarına göz devirerek baktım. sonra etrafıma bakındım hissizce. Sordum kendime neden, diye. Neden ben burdayım? Sabahın erken saatlerinde, henüz güneş bile ışığıyla içimizi ısıtmaya başlamamışken, ansızın gelen bir ürpertiyle titremeye başladım. Havanın soğukluğu kendini belli etmek istercesine artıyordu sanki. Yüzüme çarpan soğuk hava dalgasıyla camımı fark ettim. Sonuna kadar açıktı ve zorlanarak açıldığı ört-bas edilemeyecek bir gerçekti. yorganımı kaldırıp yataktan çıktım ve merdivenlerin hemen yanındaki annemin odasına girdim.Yatağı dağınıktı ve odada yoktu. merdivenlerden aşağı doğru adını bağırmaya başladım. yanıt gelmedi ve tekrar bağırdım. Telaşlanmaya başlamıştım bile. Aşağı indim, bütün odalara tek tek baktım ama hiçbirinde yoktu. Ağabeyimi aramak geldi aklıma sonra çok çalıştığı geldi aklıma ve rahatsız etmemeyi tercih edip annemi aradım. Çaldı, çaldı, çaldı ama açmadı. Aynı eylemi 3-4 kez tekrarladıktan sonra elim ayağım boşaldı. Kendimi yerde buldum. gözyaşlarıma engel olamazken korktuğum tek şey korkudan bilincimi kaybetmemdi. Birkaç dakika sonra merdivenlerden destek alarak ayağa kalkamaya çalıştım. Yüzümü yıkadıktan sonra elimde telefonla evin içinde mekl dokumaya başladım. Komşulara sordum annemi, gören olmamış. Ambulans sordum; gelmedi dediler. Aramadığım hastane kalmadı, aldığım bütün cevaplar olumsuzdu. Gerginliğim 30 metre ilerden belli olabilecek şekilde artmıştı. Ellerim ve dizlerim titremekten kasıldığı için ayağı dahi kalkamıyordum. Sakinleşmeye çalıştım bir süre, belki rüyadır dedim uyumaya çalıştım. Yaklaşık 2 saat sonra titremem tamamen geçmiş olmasa da azalmıştı. Ayağa kalkabiliyordum en azından. Ama annemden hâla haber yoktu. Kapı çalıyordu arasıra bakıyordum belki annemdir diye, postacı falan olduğunu gördüğümde ise hiçbir şey söylemeden yüzüne kapatıyordum kapıyı. Psikolojik olarak mahvolmuş durumdaydım. Tabir-i caizse ruhen ölmek üzereydim. Kendimi toparlamaya çalıştım ve bana umut verebilecek birşeyler aramaya başladım evin içinde. Bir süre sonra panonu kenarına tutturulmuş bir not kağıdı çarptı gözüme. Okuduğum satırların sonunda istemsizce yaşlar akmaya başladı gözlerimden ve hıçkırıklarım karışmaya başladı gözyaşlarıma. İçimden tekrar tekrar okudum satırları, tekrar tekrar okudum ve inanmak istemedim okuduklarıma. Sonra hıçkırarak tekrarladım satırları: “Ölüyüm ben belki, belki yaşayamam bi daha, nefes alamam ve gülemem hunharca. Ölüyüm belki ben ama ölüyken özgürüm ben, ölüyken ölümsüzüm.” Kalbim tekrar sıkışmaya başladı ve kırıldı kalbim milyon yerinden. O kırılan parçalar cam kırıkları gibi battı göğsüme. Saydam ipler yakaladı beni bileklerimden ben kaçmaya çalışırken ve yere çekti. Babamın vefatından sonra ilk defa kendimi böylesine kaybettiğimi hatırlıyorum. Zaman geçti aradan, saatler dakikaları kovaladı ve telefonum çaldı. Telefonun açılması ve beraberinde getirdiği sessizlik vebi içten içe korkutsa da tirtereyen sesimle konuşmaya çalıştım. “Efendim” dememle beraber ” Derin Hanım, başınız sağ olsun” demesi bir oldu. Zaman durdu benim için. Telefon elimden kayıp yere düştü ve telefonun zeminde bıraktığı o tok ses kulaklarımda çınlamaya başladı. Hıçkırdığımı hatırlıyorum hayal meyal, nefes almadan hıçkırdığımı. Duyduklarma inanamıyordum daha doğrusu inanmak istemiyordum. 2 gün boyunca evden çıkmadım veyahut yemek yemedim sadece tavanı izledim boş gözlerle. cenaze günü geldiğinde ise kendimi, biri beni boğuyormuş gibi hissediyordum. Karamsarlığın rengini giydim üstüme. Ölümün rengine boyadım kendimi. 3 saat sonra korkarak girdim mezarlığa. Yavaş yavaş geçtim mezar taşlarını. Yürüdüm bütün taşlı yol boyunca. Sonra kalabalığın içine doğru yöneldim. Gözyaşlarım artmıştı. Sanki yer ayaklarımın altından kayıyormuş gibi hissettim ve tek hatırladığım şey tanıdık bir sesin adımı haykırışıydı. Gözlerimi açtığımda mezar taşını başında ağlayan annemi gördüm ve bende ağlamaya başladım. 2 gündür hiçbir şey yemediğimden ağlamaya başlamamda bayılmam bir oluyordu. Hava serinleyecek kadar geç olmuştu, ben daha yeni uyanıyordum.Tekrar uyandığımda ise tam karşımda duran mezar taşındaki ismi okudum, “Doruk Yılmaz.” Yaşadığım şeyin tamamen benim bilinçaltımla ilgili olduğunu düşünmeye başladığım 15 dakikanın sonunda tanıdık bir koku doldurdu burnumu ve kafamı arkama doğru çevirdim. Kafamı çevirdiğim an anneme boynuma yapıştı ve ağlamaya başladı. Hıçkırıklarının arasında zar zor duyulan sesiyle ağabeyimin öldüğünü söyledi. 12/07/2019, ölümle yaşamın arasında kaldığım, ağlarken gülmeyi öğrendiğim gün. 12/07/2019, ölürken ölümsüzleşmeyi öğrendiğim gün.
Ölürken Ölümsüz Olmak
(Visited 106 times, 1 visits today)