Uzun bir gündü. Zor, uzun ve güneşli bir gün. Aldığım derin nefesi serbest bırakarak okuduğum edebiyat dergisinin sayfalarını çevirmeye devam ettim. Kocaman parkta tek başına oturan ben, aniden ensemi yakan güneşe doğru döndüm. Sanki bir gölge kaplamıştı kocaman güneşi ve ben o gölge içinde eriyip gidiyordum. Maalesef gelenler aslında üstüme atlayanlar sevgili arkadaşlarım; Can ve Yeşim’di. Olacaklardan habersiz, kahkahalarla birbirimize bakıp o tatlı ve mayhoş günün tadını çıkarıyorduk. Taa ki olacaklardan habersiz kendimizi birkaç oyuna kaptırana dek…
Vakit geçirmek için birbirimizden fikir alırken Yeşim atılarak “Hadi yaşımızı falan boş verelim de bir oyun oynayalım!” dedi. Bu Can’ın da hoşuna gitmiş olacak ki; Haydi o zaman ne duruyoruz Yeşim, diye cevap verdi. Benim suratımda da memnun bir ifade görmüş olacaklar ki direkt başlama ihtiyacı hissettiler. Yeşim’in verdiği öneri üzerine ben hiçbir şeyden habersiz mutlu görünüyordum. Tabii ki sıra bana gelene kadar…
Oyun en büyük sırrınızı söylemekten ibaretti ve açıkcası ben bunu hiç söylemek niyetinde değildim. İlk Can’a sıra gelmişti. O kocaman, sırık ve güçlü adam bir anda karşımızda aslandan kedi yavrusuna dönmüştü. Nasıl olmuştu bilmiyorum bir anda gözleri dolmuştu ve o küçücük gözlerden birer birer damlalar akmaya başlamıştı. Bir anda çimlerin üstünden kalkıp giden adama ne ben ne de Yeşim şaşırmış gözlerle bakıyorduk çünkü Can ne zaman sıkışsa ya da söylemek istemediği bir şey varsa böyle bir tepki verirdi. Duygusaldı ve her şeyi fazla abartırdı. Muhtemelen abarttığı şey de hala altına kaçırdığı falandı. İkimizde yerimizden kıpırdamadan Can hemen gelmesini bekliyorduk.
O sırada daha fazla dayanamamış olsa gerek Yeşim, benim en büyük sırrımı sordu. Ona hiç çekinmeden bir seri katil olduğumu söyledim. Başta inanmamış olcak ki kocaman bir kahkaha patlattı. Ona aptal gözlerle bakarken, “Ne alaka? Neden gülüyorsun? Ben ciddiyim.” dedim. Şşaşırmış gözlerle bana bakmaya başladı. Ben ise gayet ciddi ve normal gözüküyordum. Başta afalladı ve daha sonra sadece “Neden?” diye bir soru yöneltti. Ona söyleyebileceğim tek cümle “Hala sosyopat olduğumu anlamadın mı?” oldu. Gidiş o gidiş. Çantasını toplayıp apar topar durağa doğru koşmaya başladı.
Akşam eve gitttiğimde telefonumu aldım ve yazmaya başladım. “İşte en büyük sırrımı öğrendin. Bunu bilen tek kişisin, eğer birine söylersen olucakları tahmin edebilirsin canım.” Mesajımı göndermek için kişi listemden tam Yeşim’in adını seçecektim ki kapı çalmaya başladı. O iğrenç ve katlanılmaz zil çalmaya başlamıştı ve benim suratımda ekşimişti. Ne kadar yazık, gelen kişi kimse artık eceline gelmişti.
Kapıyı açtığımda karşımda Yeşim’i görmek suratıma mayhoş bir gülümseme bıraktı. Mümkün mertebe hoşça bir “Hoş geldin.” dedim. Sonrası bana değil ona sormak daha mantıklıydı. En son hatırladığım kızın güzel uzuvlarını ve belini siyah poşetlere doldurarak denize yolladığımdı.
Mutluydum. Hem sırrım hem de mesajım ortada yoktu ve ben yine eski güvenilirliğime ve huzuruma kavuşabilmiştim. Sonsuza kadar…