Hala mantıklı bir anlam çıkarmaya çalışıyorum. Bir sürü soru vardı kafamı karıştıran. Korkutucu, anonim bir mektup, içerisinde ise bana hiçbir çağrışım yapmayan bir adres ve parola gibi görünen bir kod vardı.
Acaba o günle bir alakası var mı diye düşünüyorum. O sessiz, huzurlu, garip günle… Bilirsiniz hayatımız hiçbir zaman olaysız, durgun ve sıradan geçmez. Ne zaman tüm yapmanız gerekenleri bitirdiğinizi düşünseniz, çözmeniz gereken bir problem çıkar karşınıza. Kolay da olsa zor da olsa çözmeniz gereken bir problem… Konudan çok uzaklaşmadan o güne geri dönüyorum. Yeni kitabımın taslağını yazarken kahvemi yudumluyordum ki zil çaldı. Kapıyı açtığımda karşılaştığım şey ise kocaman bir boşluktan ibaretti. Sadece yerde küçük bir zarf ve zarfın üzerine sabitlenmiş bir anahtar vardı. Açıkçası şaşırmıştım fakat içimdeki korku ve endişe duyguları bastırıyordu şaşkınlığımı. Telaşlı bir şekilde kapıyı kapattım ve tekrar masamın başına geçtim. Birdenbire ciddileşen surat ifademle odaklanmaya çalışıp mektubu okumaya başladım. Mektuptaki adresi bilmediğim için internetten küçük çaplı bir araştırma yaptım. Bulduklarıma göre verilen adres eski bir kütüphaneydi. Ancak iki yıl önce birtakım maddi sorunlardan dolayı kapatılmıştı. En azından adresle ilgili birkaç bilgi edinmiştim. Fakat bu kod da neyin nesiydi? Farklı anlamlar taşıyan semboller ya da bilmediğim bir alfabe olabilirdi. Bir süre üzerinde düşündükten sonra bunu kendi başıma çözemeyeceğime karar verdim. Filolog olan ve kendisine güvendiğim bir arkadaşıma, kodun fotoğrafını gönderdim. İnceledikten sonra bana haber vereceğini söyledi. Yaşadıklarımı güvendiğim biriyle paylaşmak biraz da olsa rahatlatmıştı beni. Bu küçük rahatlamanın etkisiyle olsa gerek, masamdan kalkıp yatağıma yatmıştım fakat hala tüm gün boyunca beni rahatsız eden o kağıt parçasındaki adrese gitmeli miydim diye düşünmeden edemiyordum. En son kafamda gidersem veya gitmezsem olabilecekleri kurguluyordum ki uyuyakalmışım. Ertesi gün uyanır uyanmaz telefonun başına dikilip beklemeye başlamıştım. Yaklaşık olarak yarım saat sonra telefon çaldı, arayan arkadaşımdı. Ondan araştırmasını istediklerimin rastgele semboller değil, artık ölü bir dil olan Sanskrit dilinde yazılmış bir kod olduğunu fakat bu alfabeyi çok iyi bilmediğini ve bu alfabenin sadece kütüphanelerdeki bazı eski kitaplarda yer aldığını söyledi. Söyledikleri ilgimi çekmişti ve adres ile kod arasındaki bağlantının kütüphanede gizli olduğunu anlamıştım. Bu bağlantıyı çözünce kendimi küçük bir dedektif gibi hissetmiş ve aceleyle hazırlanıp bir taksiye binmiştim. Ben daha evden çıktığımı fark etmeden kendimi kütüphanede bulmuştum. Evet, kütüphaneye gelmiştim fakat şimdi ne yapacaktım? Bir ipucu bulabilmek için elimdeki zarfa baktığımda, oradaki sabitlenmiş anahtarın ne işe yarayacağını anlamıştım. Kilitli olan kütüphane kapısını bu anahtar ile açacaktım. Zaman kaybetmeden anahtarı zarftan ayırıp kapıyı açtım, fakat sadece ana kapı bu anahtar ile açılıyordu. Adımımı attığım anda karşımda bir masa, üstünde ise bir kitap, bir fener ve bir kağıt belirdi. Bu kağıtta, Sanskrit alfabesindeki harflerin Türkçe karşılıkları bulunmaktaydı ayrıca kağıdın alt kısmında mektupta yazılan kodun aynısı yazıyordu. İçerisi zifiri karanlıktı ve gerilmeye başlamıştım fakat bu işi çözmeden eve gitmek istemiyordum. Feneri açtım ve kodu kağıttaki alfabeye göre Türkçe’ ye çevirmeye başladım. Biraz uğraştıktan sonra kodu çözdüm, kodda “Yüz on altıncı sayfayı aç.” yazıyordu. Korktuğum her halimden belli oluyordu ama yine de kitabın 116. sayfasını çevirdim. Karşıma el yazısıyla yazılmış bir cep telefonu numarası çıktı. Vakit kaybetmeden numarayı aradım, telefonu filolog arkadaşım açtığında şoka girdim. Yanında tanımadığı kişilerin olduğunu ve bana bir mesaj iletmesini istediklerini söyledi. Mesajda “Biz Sanskrit dilini tekrardan yaygınlaştırmak istiyoruz. Bu isteğin temeli atalarımızın vasiyetine dayanıyor, okuyan bir toplum için bir kitap çok anlamlıdır, bu yüzden senden istediğimiz şey, yeni kitabını Sanskrit dilini yaygınlaştırma üzerine yazmandır. Aksi takdirde arkadaşını bir daha görebileceğini sanmıyorum. ”diyordu. O anda dünyam başıma yıkıldı ne yapacağımı şaşırdım. Unutulmuş eski bir dil için kitap yazıp arkadaşımı mı kurtarmalıydım? Ya da toplumun düzeni ve huzuru için hiçbir şey yapmadan hayatıma devam mı etmeliydim? İçimdeki korku ve telaş beni evime sürükledi. Nasıl oldu bilmiyorum ama o gün içerisinde istedikleri gibi ince bir kitap yazdım ve arkadaşımı aradım. Hala yanında olduklarını ve kitabı onun evine postaya vermemi istediklerini söyledi. Tereddüt etsem de kitabı arkadaşıma postaladım ama aynı zamanda ona zarar verip vermeyeceklerini bilemediğim için polise de haber verdim. Polisler baskın şeklinde kapıyı kırıp içeri girdiklerinde arkadaşımı penceresinin önündeki koltukta tek başına dışarıyı seyrederken bulmuşlar. Panikle yerinden fırlayıp ” Ne oluyor! ” diye sormuş polislere. Polisler arkadaşımın kimliğini kontrol ettikten sonra kendisinin rehin alındığına dair ihbar aldıklarını söylemişler. Arkadaşım ise bana ufak bir oyun oynadığını ve böyle bir rehin alma olayının olmadığını itiraf etmiş.
Sonuç olarak arkadaşım böyle bir senaryo ve stres içerisinde benim yazarlığımın yanında yeteneklerimin de daha çok ön plana çıkacağını ve Sanskrit dilinin yeniden gün yüzüne çıkması için çok daha etkili ve hafızalara kazınacak bir kitap yazacağımı düşünmüş. Aslında beni korkutmuş ve neticesinde kızdırmış olsa da sayesinde ortaya güzel bir eser çıkardım. En azından okurlarımın yorumları bu yönde.